26 Ocak 2013 Cumartesi

İddaa, At yarışı, Toto, Loto, Piyango Gibi Oyunlar Haram Mıdır ? Dinimizdeki Yerleri Nedir?

Soru: İddaa, at yarışı, toto, loto, piyango gibi oyunların dinimizdeki yeri nedir? Helal mı yoksa haram mıdır?

Cevap: Bu oyunlar kumar kapsamına girmektedir. Boş yere geçen her ânın pek çok fırsatları da beraberinde götürdüğü kabul etmemiz gereken bir gerçektir. Çünkü insanın vakti dünyanın ömrüne nisbetle çok az ve kısadır. Bu bakımdan, tek bir saniyesi dahi altından daha kıymetli olan zamanın, ebedî hayata nur ve ışık tutacak meşguliyetlerle geçmesi gerekir. Bunun için, mü’minin ibadeti ve işi bir hayır üzere olduğu gibi, geriye kalan zamanı da mânâsız olmamalı, meşru dairede yaşanmalıdır. Tâ ki, bir taraftan kazanırken, diğer yandan kaybetmiş olmasın.

Zamanımızda, insanın zamanını katleden o kadar lüzumsuz meşguliyetler vardır ki, bunlardan birçoğu maddî ve mânevî gelişmeye bir sahip olmadığı gibi, insanı yaratılış hikmetinden uzaklaştırdığı da bir gerçektir. İşte, insan bu çeşit gayesiz ve hedefsiz şeylerden kendisini ne kadar çekip çevirse o derece kâr içinde olur.

Belli bir mesai sarf eden ve çalışan insanın dinlenmesi ve istirahat etmesi ne kadar hakkı ise, İslâmın yasakladığı sınırı aşmamak şartıyla, bazı oyun ve eğlencelerde bulunmak da mümkün ve normaldir. Ama bu oyun ve eğlencelerin bir ucu, dinimizin haram kıldığı şeyerden birisine yaklaşır ve bulaşırsa, o oyun meşruiyetini kaybetmiş olur.

Çeşitli adlarla yapılan “kültürel faaliyetler”de ve “spor müsabakaları”nda aynı şartları aramamız gerekir. Bunlar mubah ve meşru görülen daire içindeyse, haram olduğundan bahsedilemez. Meselâ bu faaliyetlerin bazısı erkek-kız karışık olarak icra edilirse, birtakım dinî mahzurları da beraberinde getireceği açıktır.

Çünkü dinen bir kimse ancak kendisine ebedî olarak nikâhı düşmeyen —anne, kız kardeş, hala, teyze gibi— kimselerle yalnız kalabilir, birlikte bulunabilir, elini tutabilir, konuşabilir. Bunun dışında, hayatî bir durum olmadığı müddetçe, bir erkeğin mahremi olmayan bir kadınla; kadının da mahremi olmayan bir erkekle birlikte bulunması, tokalaşması, elini tutması caiz görülmemiştir.

Sportif faaliyetlerde de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Namaz geçirilmeyecek, kumara girmeyecek ve vücudun bir başkasına gösterilmesi caiz olmayan yerlerinin açılmasına meydan verilmeyecekse dinî bir mahzurdan söz edilemez.

Dinimiz gerek faydalalığı, gerekse görünüşte bir faydası olmasa da zararsız oluşu bakımından, ok atmak, mızrak kullanmak, güreş, yüzme, koşu ve at yarışları gibi oyunları meşru kılmıştır. Hattâ bunlardan bazıları da sünnettir.

Hz. Rukâne’nin Müslüman olmasına, Peygamberimizle güreşmesi ve üç defasında da Peygamberimizin kendisini mağlûp etmesi vesile olmuştur.1

Yine Peygamberimizin Hz. Âişe ile yarıştığı, müteaddit defalar onu geçtiği de rivayet edilmektedir.2

Keza Peygamberimiz Habeşlilerin gösterdiği mızrak oyunlarını Hz. Âişe ile birlikte seyretmiş ve bu tip eğlencelerin caiz olduğunu bizzat kendi hayatında göstermiştir.

Cihad meydanlarında mücahitlerin yardımcısı olan atı övmüş ve savaştan önce tertiplenen at yarışlarında birinci gelenlere çeşitli armağanlar vererek bu sporu desteklemiştir. Burada esas gaye, cihada hazırlık yapmaktır. Savaş öncesi bir eğitim ve idmandır.

Fakat İslâmın meşru kıldığı bazı oyun ve eğlencelerde bugün bazı uygulamalarla helâl dairenin dışına taşılmıştır. Meselâ, güreş, yarış ve yüzmede başkalarına gösterilmesi haram olan yerlerin açılması gibi.

Bazı oyunlar da kumara âlet edilmektedir. At yarışları, piyango, spor-toto-loto ve karşılıklı bahis bunlardan bazılarıdır.

Piyango ve spor toto gibi oyunlar zaten kumar sayılmaktadır. Zira kumarın bütün özelliklerini içinde taşıyor. Piyango şeklindeki kumarın İslam öncesi Cahiliye devrinde de olduğu bilinmektedir. Onlar oklar üzerine işaretler koyar, oktaki çıkan işarete göre para alırlardı. İslâmiyet kumarın herçeşidini haram kıldığından, piyango da bunların içindedir. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:

“Ey iman edenler, şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzuk durun ki kurtuluşa eresiniz.”3

İslâmiyet böylece ortaya mal ve para konarak oynanacak hiçbir şans oyununa izin vermemiştir. Eğer fakirlere, zayıflara ve düşkünlere yardım edilecekse, bu tip kurumlar kanalıyla olmasına gerek yoktur. İslâmın hukuk, toplum ve ahlâk düzeni, kimsesizleri korumak, hayır müesseselerini yaşatmak için kumar tertibine ihtiyaç duymamaktadır.

Karşılıklı bahis ve iddialaşmak gibi tertip ve oyunlar da aynı şekilde kumar sayılmaktadır. Meselâ, iki kişi yarışa çıkmadan önce birisi, “Eğer beni geçersen sana şu kadar vereceğim, şayet ben seni geçersem bana şu kadar vereceksin” derlerse böyle bir bahis kumara girer. Ancak tek taraflı olursa caiz olur. Yani taraflardan birisi,”Beni geçersen sana şu kadar vereceğim, fakat ben seni geçersem sen bana birşey verme” der ve anlaşırlarsa böyle bir iddia meşrudur. Bu parayı alan kimsenin onu kullanması caizdir.

Top oyunlarında da, namazın geciktirilmesine veya terkine, başkalarına gösterilmesi caiz olmayan yerlerin açılmasına meydan verilmediği, vücudun yaralanmasına ve sakatlanmasına sebep olmadığı müddetçe bir mahzurdan söz edilemez. Bu hususlardan birisi söz konusu olunca meşru olmaktan çıkar.

1. Tirmizî, Libas: 42.
2. İbni Mace, Nikâh: 50.
3. Mâide Sûresi, 90.

Mehmed Paksu
İbadet Hayatımız-1

14 Ocak 2013 Pazartesi

UNUTKANLIĞA KARŞI PEYGAMBERİMİZİN HZ. ALİ’YE ÖĞRETTİĞİ DUA

Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallâhu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek: "Annem ve bâbam sana kurban olsun, şu Kur'an göğsümde durmayıp gidiyor. Kendimi onu ezberleyecek güçte göremiyorum" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona şu cevabı verdi: "Ey Ebûl-Hüseyin! (Bu meselede) Allah'ın sana faydalı kılacağı, öğrettiğin takdirde öğrenen kimsenin de istifade edeceği, öğrendiklerini de göğsünde sabit kılacak kelimeleri öğreteyim mi?"

Hz. Ali (radıyallâhu anh): "Evet, ey Allah"in Rasûlü, öğret bana!" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şu tavsiyede bulundu:

"Cuma gecesi (perşembeyi cumaya bağlayan gece) olunca, gecenin son üçte birinde kalkabilirsen kalk. Çünkü o an (meleklerin de hazır bulunduğu) meşhûd bir andır. O anda yapılan dua müstecabtır. Kardeşim Ya'kub da evlatlarına şöyle söyledi: "Sizin için Rabbime istiğfâr edeceğim, hele cuma gecesi bir gelsin." Eğer o vakitte kalkamazsan gecenin ortasında kalk. Bunda da muvaffak olamazsan gecenin evvelinde kalk. Dört rek'at namaz kıl. Birinci rek'atte, Fâtiha ile Yâsin sûresini oku, ikinci rek'atte Fâtiha ile Hâmim, ed-Duhân sûresini oku, üçüncü rek'atte Fâtiha ile Eliflâmmîm Tenzîlü'ssecde'yi oku, dördüncü rek'atte Fâtiha ile Tebâreke'l-Mufassal'ı oku. Teşehhüdden boşaldığın zaman Allah'a hamdet, Allah'a senayı da güzel yap, bana ve diğer peygamberlere salât oku, güzel yap. Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar ve senden önce gelip geçen mü'min kardeşlerin için istiğfat et. Sonra bütün bu okuduğun duaların sonunda şu duayı oku:

"Allah"ım, bana günahları, beni hayatta baki kıldığın müddetçe ebediyen terkettirerek merhamet eyle. Bana faydası olmayan şeylere teşebbüsüm sebebiyle bana acı. Seni benden râzı kılacak şeylere hüsn-i nazar etmemi bana nasîb et. Ey semâvât ve arzın yaratıcısı olan celâl, ikram ve dil uzatılamayan izzetin sâhibi olan Allah"ım. Ey Allah! ey Rahman! celâlin hakkı için, yüzün nuru hakkı için kitabını bana öğrettiğin gibi hıfzına da kalbimi icbâr et. Seni benden razı kılacak şekilde okumamı nasîb et. Ey semâvât ve arzın yaratıcısı, celâlin ve yüzün nuru hakkı için kitabınla gözlerimi nurlandırmanı, onunla dilimi açmanı, onunla kalbimi yarmanı, göğsümü ferahlatmanı, bedenimi yıkamanı istiyorum. Çünkü, hakkı bulmakta bana ancak sen yardım edersin, onu bana ancak sen nasib edersin. Herşeye ulaşmada güç ve kuvvet ancak büyük ve yüce olan Allah'tandır."

Ey Ebû'l-Hasan, bu söylediğimi üç veya yedi cuma yapacaksın. Allah'ın izniyle duana icâbet edilecektir. Beni hak üzere gönderen Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun bu duayı yapan hiçbir mü'min icâbetten mahrum kalmadı."

İbnu Abbâs (radıyallâhu anhüma) der ki: "Allah'a yemin olsun, Ali (radıyallâhu anh) beş veya yedi cuma geçti ki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a aynı önceki mecliste tekrar gelerek:

"Ey Allah'ın Resûlü! dedi, geçmişte dört beş âyet ancak öğrenebiliyordum. Kendi kendime okuyunca onlar da (aklımda durmayıp) gidiyorlardı. Bugün ise, artık 40 kadar âyet öğrenebiliyorum ve onları kendi kendime okuyunca Kitabullah sanki gözümün önünde duruyor gibi oluyor. Eskiden hadisi dinliyordum da arkadan bir tekrar etmek istediğimde aklımdan çıkıp gidiyordu. Bugün hadis dinleyip sonra onu bir başkasına istediğimde ondan tek bir harfi kaçırmadan anlatabiliyorum.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu söz üzerine Hz.Ali (radıyallâhu anh)'ye: "Ey Ebû'l-Hasan! Kâbenin Rabbine yemin olsun sen mü' minsin!" dedi." (Tirmizî, Daavât 125, (3565).

ALLAH KABUL ETSİN

10 Ocak 2013 Perşembe

AMELLERDE İYİ NİYET VE İHLASIN ÖNEMİ



Gösteriş, amelleri boşa çıkaran, manevî bir hastalıktır. Yüce Allah bu gerçeği şöyle dile getirmektedir: Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun d/ye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. (Böyleleri iyiliklerinin karşılığını göremezler). Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.(7)
Muhterem Mü'minler!
İbadetlerin ancak, ihlâsla değer kazanacağını ve yapılan her meşru işin, iyi niyetle ibadete dönüşeceğini unutmayalım. Aile hayatımızda, iş çevremizde ve sosyal ilişkilerimizde daima iyi niyetli olmaya ve yaptığımız her işte Allah'ın rızasını gözetmeye gayret edelim.
Hutbemizi bir hadis mealiyle noktalayalım: “Allah sizin kalıbınıza ve suretinize değil, kalbinize bakar.”(8)
Diyanet İşleri B. "14.01.2005 tarihli Hutbe"


1. Leyl, 18-21.
2. Nesai, Cihad, 24. Ahmet b. Hanbel, IV, 126.
3. eş-Şuarâ, 26/109, 127, 145, 164, 180.
4. Buhari, Bed’ül-vahy 1. Müslim, İmâret, 155.
5. Buharî, Megâzî, 81. Cihâd, 35. Ayrıca bk. Ebû Davûd, Cihâd 19. İbni Mâce, Cihad, 6.
6. Mâûn, 4-6.
7. Bakara, 264.
8. Müslim, Birr, 33.


İbadet, yaratılışın gayesi, Yüce Allah'a saygı ve bağlılığın açık bir göstergesidir. İbadetlerin makbul olması, usulüne uygun olarak, sırf Allah'ın rızası gözetilerek yapılmasına bağlıdır. "Temizlenmek için malını hayra veren Allah'a karşı gelmekten en çok sakınan kimse o ateşten uzak tutulacaktır. O hiç kimseye karşılık bekleyerek iyilik yapmaz. (yaptığı iyiliği) ancak yüce rabbinin rızasını istediği için (yapar). Elbette kendisi de hoşnut olacaktır"(1) ayetleriyle, sadece Allah'ın rızası gözetilerek yapılan amellerin kabul edileceğine dikkat çekilmiştir. Hz. Peygamber de "şüphesiz Allah, kendi rızası gözetilerek yapılan amellerden başkasını kabul etmez"(2) sözleriyle, dünyevî çıkar ve beklentilerin kuşattığı amellerin kabul edilmeyeceğini vurgulamışlardır. Kur'ân-ı Kerim’de, Peygamberlerin tebliğ görevlerini derin bir ihlâs ve samimiyet içerisinde yerine getirdikleri ve insanlardan hiçbir karşılık beklemedikleri, ümmetlerine söyledikleri şu ortak sözlerle dile getirilmektedir: "Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatımı verecek olan, ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'tır."(3)
Aziz Mü'minler!
Niyet, söz ve fiilleri ibadete çevirir, ihlâs bulunmayan şeklî bir ibadet ise kişiye bir şey kazandırmaz, işte bu yüzden, İslâm dini, niyete büyük önem vermiş, sevgili Peygamberimiz de amellerin gerçek değerinin niyete bağlı olduğunu bildirmişlerdir.(4)
Peygamber Efendimiz Tebük savaşı dönüşünde şöyle buyurmuştur:Medine'de bizimle birlikte savaşa katılamayan öyle kişiler vardır ki, onlar bizimle birlikte savaşıyormuş gibi sevap kazandılar. Çünkü onları birtakım mazeretleri alıkoymuştur.”(5) Öte yandan, ihlâstan yoksun olarak ibadet edenler: Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar.”(6) ifadeleriyle ağır bir dille uyarılmışlardır.

MÜSLÜMAN GÜVENİLİR OLMAK ZORUNDADIR

“Mü’min”, Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine inanan anlamına geldiği gibi, başkalarına güven veren ve güvenilen kişi anlamını da taşır. Öyle ise mümin, ahdine vefalı, anlaşmalarına sadık, sözü özü bir, dostluğuna güvenilen bir insandır. Yüce Rabbimiz, Mü’minûn sûresinin ilk ayetlerinde, kurtuluşa erecek müminlerin vasıflarını açıklamakta ve 8. ayetinde meâlen şöyle buyurmaktadır: “Yine onlar (o mü’minler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riâyet ederler”[1]. Bir Mü’min, sevdiğini sırf Allah için sever ve ondan maddî bir beklenti içinde olmaz. Sır saklar, emanete hıyanet etmez. Hz. Peygamber (s.a.v)’in yüksek ahlakına uymaya ve O’nun gibi güvenilir bir insan olmaya çalışır.
Yüce Allah, Peygamberlerini güvenilir kişilerden seçmiş ve gönderildikleri toplumlar tarafından da, emin kişiler olarak tanınmışlardı[2]. Nitekim Mekkeliler, Peygamberimiz (s.a.v)’e, daha peygamber olmadan önce , “el-Emin “ sıfatını vermişlerdi.
Bir Müslüman, verdiği sözden, üzerindeki emanetlerden Allah katında sorumlu tutulacaktır. Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir”[3]. Özellikle Allah’ın adını anarak verilen sözlerin, yapılan adakların ve yeminlerin yerine getirilmesini emretmekte ve sözünde duranlara sevap vereceğini bildirmektedir[4]. Sözünde durmayanları ise, Nahl sûresinin 92. ayetinde kınamakta ve onları, ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra söküp bozan kadının durumuna benzetmektedir[5].
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Hadis-i şeriflerinde, Müslüman’ı ve Mümin’i şöyle tarif etmiştir: “ Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların güvende olduğu, Mü’min de insanların malları ve canları hususunda kendisine güvendiği kişidir”[6]. “Mü’min, geçimi güzel olan kişidir. Geçimsiz kişide ise, hayır yoktur”[7].
 Uyumlu olmak, ancak güvenilir bir insan olmakla sağlanır. Sözüne özüne güvenilmeyen bir insanla, dostluk ve ticârî ilişki kurulamaz. Meşru bir mazeret bulunmadıkça verdiği sözde durmayan kişinin toplum içerisindeki saygınlığı zedelenir, dostlarının sayısı azalır, işi ve ticari ilişkileri bozulur. Bunun için iş, ticaret ve toplum hayatında güven duygusu çok önemlidir. Birbirine güven duymayan toplumlarda huzur ve asayiş sarsılır ve insani ilişkiler bozulur.
Eğer Allah’a ve insanlara verdiğimiz sözleri yerine getirmezsek, büyük bir vebal altına girmiş oluruz. Yalancılıkla güven ve itibarın bir arada bulunamayacağını bilmeliyiz. Sevgili Peygamberimizin konumuzla ilgili olan, “Çevresindeki insanların şerrinden emin olmadığı kişi, cennete giremez”[8] Hadis-i Şerifine dikkat etmeliyiz. Yerine getiremeyeceğimiz vaatlerde bulunmamalı, çevremize, yakınlarımıza, iş arkadaşlarımıza ve bütün insanlara güven telkin etmeli ve bunu, bir hayat prensibi haline getirmeyi unutmamalıyız.
---------------------------------------------
[1] Mü’minûn, 23/8
[2] Şuarâ, 26/107
[3] İsra, 17/34
[4] Fetih, 48/10
[5] Nahl, 16/92
[6] Tirmizi, İman, bab: 12,c. IV, s. 17, H. No: 2627
[7] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/400
[8] Müslim, İman,bab,18, I, 68 H. No: 73

6 Ocak 2013 Pazar

OYUN OYNAMAK, MÜZİK DİNLEMEK VE SAİR EĞLENMELERİN ÖLÇÜSÜ NEDİR ?


Beşer hayatının her meselesine kendi ölçüsünü getiren dinimizin, günümüzde yeterince bilinmeyen bir vechesi de eğlence meselesinde vaz'ettiği ölçüdür. Bu hususta yeterince bilinmiyor yahut da bilindiği halde tatbik edilmiyor. Ben şahsen yeterince sistemli bir bilgi sahibi olunmadığı kanaatindeyim. Geçmiş devirlerin hayat tarzı ve günlük meşgalelerin çokluğu ve bir de eğlence, hele gayr-ı meşru eğlence imkanlarının azlığı sebebiyle bu noktada ferd ve cemiyetin az bilgi ile de yetinmesi, eğlence meselesinden fazla yaralar almaması tabiîdir. Ancak günümüzde şartlar fevkalâde değişmiştir.
* Tekniğin hayatımıza geniş çapta girmesiyle boş vaktimiz artmıştır. Artık, insan yerine pek çok işi makinalar yapıyor. Geçmiş devirde evin her işini kendisi yapan kadın, süpürmeden yıkamaya, dikişe nakışa, örgüye varıncaya kadar makineye yaptırabiliyor. Tarla işleri de, atelyeler de öyle.
* Eğlence vasıtaları geçmiş devirlerde azdı. Şimdi parklar, gazinolar, tiyatrolar, çeşitli oyun salonları, elektronik eğlence cihazları bir tarafa, televizyon ve video ile evlerin içine kadar pek çok eğlence vasıtası hayatımızı istilâ etmiş durumda.
* Eğlence, masraflı bir iştir. Eskiden iktisadî darlık eğlenceye kaçmayı sınırlıyordu. Şimdi ise zenginliğin artması, eğlence vasıtalarının da ucuzlaması, eğlenceye daha fazla kaçma imkanı tanımaktadır.
* Geçmişte insanlar daha muhafazakar, inançlarına daha sâdık idi. Daha fazla ruh sükûnetine sâhipti. Şimdi ise çeşitli sebeplerle dinî bağları zayıflayan insanlar, ruhî kabusların ve sıkıntıların kıskacındadır. Stres de denen bu dahili çelişkilerden, bunalımlardan kurtulmak için eğlence ile kendini unutma yolları aranmaktadır.
* Günümüzde, hayatımızı kendi kültür ve inancımıza zıt düşen yaşayış tarzları istilâ etmiş durumda. En ziyade hayatımıza giren yabancılıklar, eğlencelerle ilgili. Bir başka iktisâdi seviyenin, bir başka kültür ve inanç dünyasının eğlenceleriyle, eğlence tarzlarıyla eğlenmeye çalışıyoruz. Batıda her ne çıkarsa hiç bir seçime tabi kılmadan alıyoruz.
Bu mülahazaları daha da artırabiliriz. Demek istediğimiz şudur: Bugün müslümanı eğlenceye iten pek çok esbab var. Ahirette imtihanın büyüğünü belki de bundan verecek. Çünkü ölçüsüzce eğlence, zaman israfına sebep olmakta, verimli işten, ibâdetten, zikirden, tefekkürden alıkoymaktadır. İslâm aleyhine çevrilen dolapları bu yüzden farkedememekte, etrafında cereyan eden hâdiseler hakkında sağlıklı fikir ve kanaat edinememektedir. İslâm memleketlerinin başındaki bir avuç anti-İslam kadrolar müstebitâne saltanatlarını daha kolay ve tavizsiz sürdürebilmektedir. Bunda eğlencenin verdiği uyuşukluk ve mahmurluğun rolünü görmemek mümkün değildir.
Hülasa, burada, biz bazı ayet ve hadislerle, İslam'da eğlencenin ne olduğunu, hayatımızda ne miktar ve nasıl yer alması gerektiğini belirtmeye çalışacağız:
Önce şunu belirtelim ki, daha önce de temas ettiğimiz üzere, Kur'an-ı Kerim, dinlenme vasıtası olarak "uyku"yu gösterdiği için, eğlenceyi dinlenme vâsıtası saymaz ve ona karşı soğuk davranır. Eğlence mânâsına gelen la'ib ve levh kelimeleri ile, bu köklerden türeyen kelimeler, büyükler hakkında [Tevbe: 65; Mâide: 57, 58; En'am: 70, A'raf: 51; Enbiyâ: 3, 55; Zuhruf: 83; Me'âric: 42; Tekâsür: 1; Münâfıkûn: 9; Nûr: 37; Lokman: 6; Cum'a 11] veya "aldatıcı" olduğu belirtilen "dünya hayatı"nın tavsîfi sadedinde [En'âm: 32; Ankebût: 64; Muhammed: 47/36; Hadîd: 20]; bir de mahlûkatın bir eğlence olsun diye yaratılmadığını beyan maksadıyla [Enbiyâ: 16; Duhân: 38] kullanılır ve her defasında tezyifi (pejoratif) mânadadır. Hiçbirinde oyun ve eğlenceyi te'yid eden, ona teşvik eden müsbet mâna görülmez.
Kısacası söylemek gerekirse, İslâm dini, büyükler için eğlenceyi çok dar kayıtlarla tecviz eder. Çünkü eğlence gaflet vesilesidir, ferdî mes'uliyetlerden bir nev'i kaçıştır. Eğlenceye dalan kişi, Allah'ın huzurunda bulunduğunu unutur, sorumluluk duygusunu kaybeder. Kendi üzerindeki kontrrol ve murâkabe hâli ortadan kalkar. Halbuki, kâmil mü'min, her ânını, asıl gayesi olan rızayı ilâhîyi kazandıracak, maddî ve bilhassa mânevî kemâlatta yol aldıracak faydalı işler yapma gayreti içinde geçirmekle mükelleftir. Bu endişeyi zihninden çıkarmamak, bu gâye ile her an maddî veya mânevi bir şeyler istihsal etmek zorundadır. İşte eğlence, böylesi bir verimliliğe mânidir. Eğlencenin hiçbir istihsal yönü yoktur. Zararı ise kesindir ve çeşidine göre farklı derecelerdedir. Öyle ise
Kur' ân-ı Kerîm'de "...sadece ibadet için yaratıldığı" (Zariyât: 56) belirtilen insanın, eğlence karşısındaki tepkisi, tıpkı Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) gibi: "Oyun için yaratılmadık" demek olmalıdır.
Meşru Hudud: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) meşru eğlencenin hududunu şöyle tayin eder: "Allah'ı zikretmek maksadıyla yapılmayan her şey (meşru olmayan) bir oyun ve eğlenceden ibarettir; ancak dört şey bundan müstesnadır: 1- Kişinin ehliyle mülâtefesi, 2- Kişinin iki hedef arasında yürümesi, 3- Kişinin atını te'dib etmesi, 4- Kişinin yüzme ta'limi yapması. Zira bunlar haktandır."
Başka hadislerde çocukların eğlendirilmesi  de büyüklere emredilir: "Çocuğu olan, onunla çocuklaşsın." Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hayatında çocukların seviyesine inerek onları eğlendirmesi, güldürmesi ve şakalaşması ile ilgili pekçok örnek mevcuttur. Şu halde çocukların eğlendirilmesi esnâsındaki "eğlenme" de bu hususta meşru bir kısım teşkil etmektedir.
Boş vakitlerde, bu söylenen meşru kısımlar dışında eğlence aramak, güldürücü vesileler ihdas etmek, fırsatlar kollamak tecviz edilmemiştir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bir çok hadislerinde gülmek, güldürmek hususlarında ölçülü olmak tavsiye edilmiş, düşülecek ifratlar kınanmıştır:
"...Çok gülme, zira gülmenin çoğu kalbi öldürür."
"Benim bildiğimi siz de bilseydiniz, mutlaka az güler, çok ağlardınız."
"Ağlayın! Ağlayamazsanız, kendinizi ağlamaya zorlayın."
"İnsanları güldürmek için konuşup (binbir) yalan (ve maskaralıklar) uyduranlara yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun."
"Kişi, arkadaşlarını güldürmek için bazı sözler sarfeder de, bunlar sebebiyle Arz'la Süreyya yıldızı arasındaki mesafe kadar ateşin  derinliklerine düşer."(32)
Ayrıca muhtelif rivayetler, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın gülmeyip tebessüm buyurduklarını tebârüz  ettirirler.
Nevevî, fazla gülmeye ve dolayısıyle kalbin kasâvetine sebebiyet vererek zikrullahtan ve dinin mühim mes'elelerini tefekkürden alıkoyacak kadar ifrat ve "Günaha götüren bir söz bulunmadıkça veya arkadaşlarını sırf güldürmek gâyesi olmadıkça mizahta bir beis yoktur" (Hindiyye: 5/352). "Mizahda sıdktan ayrılmayan mizahçıyı Allah muâheze etmez" (Feyzu'l-Kadîr: 2/279).
ısrarla devam edilen her eğlencenin yasaklanmış olduğunu söyler. İmam-ı Şafiî de "Eğlence dindâr ve mürüvvet sahibi kimselerin işi olmamalı" der.
Yasak Oyun ve Eğlenceler: Hadisler yukarıda belirtilen birkaç kısım dışında kalan her çeşit eğlenceyi mutlak bir ifade ile yasaklamakla kalmaz; bazı oyun çeşitlerini  ismen zikrederek şiddetle yasaklar. Günümüzde bile hâlen kendilerine veya çok sayıda benzerlerine astlanan bu oyun çeşitlerini belirtebiliriz:
1- Kumar oyunları: Her çeşit kumar oyunu kesinlikle haramdır. Bunlar Kur'ân-ı Kerim'de puta tapmakla bir tutularak şeytan işi bir pislik olarak tavsif edilmiştir (Maide, 90).
Kumar, kazanan tarafın kaybeden taraftan bir şey alması şartı koşulan her çeşit oyundur. Zamanımızda oynanan çeşitli piyangolar, kâğıt ve zar oyunları, yarışlar... İslâm'ın yasakladığı "kumar" sınıfına girer.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), kendi devrinde bilinen "tavla"yı açık bir ifade ile yasaklamıştır: "Nerd (tavla) oynayan kimse mutlaka Allah ve Resulü'ne isyan etmiştir", "Tavla oynayan, elini domuz etine ve kanına batırmış gibidir." Hz. Ali (radıyallahu anh) tavla oynayanları hapsettirmiş, onlara selâm vermeyi yasaklamıştır.
Belki de o devirde Araplarca bilinmediği için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hadislerinde zikri geçmeyen satranç oyununun haram sayılıp sayılmayacağı hususunda âlimler ihtilaf etmişlerse de çoğunluk, en azından kerâhetinde ittifak etmiştir. Fetevâyi Hindiyye'de satrancın mekruh olduğu belirtildikten sonra şu açıklama kaydedilir.
"Satranç dışındaki bütün oyunların haramlığı hususunda alimler icma ederler. Satranç oyunu, bizim (Hanefîler) nezdinde haramdır. Bununla oynayanın adaleti sabit, şahidliği makbul müdür? meselesine gelince: Şayet araya kumar sokulmuş ise, -yani kaybeden, kazanan bir ödeme yapacak ise- oynayanların adaleti düşer ve şâhidlikleri kabul edilmez. Kumar yoksa, adâletleri sâbit, şâhidlikleri makbuldür. Ebû Hanife bunlara selâm vermede bir beis görmez ise de Ebû Yusuf ve İmam Muhammed mekruh sayarlar."
2- Hayvanlarla Oynamak: Bu, bazı hayvanları tahrik edip dövüştürmek şeklinde olduğu gibi, yarıştırma şeklinde de olabilir. Birinciye misal, horozların döğüştürülmesi; ikinciye misal güvercin peşinde koşmaktır. Hadislerde her iki çeşit oyun da yasaklanmıştır. Güvercinle oynayan kimse hakkında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şiddetli bir üslub kullanmıştır.(33)
Âlimlerin oyun ve eğlence karşısındaki bu sert tutumları, bidayette de temas ettiğimiz gibi, en başta zamanın boş geçmesine sebep olmasıyla izah edilmektedir. Dehlevî şöyle der:  "Yasak işler meyanında teselli vericilerle meşgul olmayı da saymalıyız. Bu işler dünya ve âhiret endişesine karşı teselli veren, zamanı boşa geçirten şeylerdir. Çalgılar, satranç, güvercinle oynamak, hayvanları kızıştırıp dövüştürmek gibi. Bu eğlencelere  dalan kimseler, yeme içme gibi zaruri ihtiyaçlarını dahi ihmal ederler. Öyle ki, üzerlerine  sıkışırlar da  bevl etmek için kalkmaktan bile sarf-ı nazar ederler. Şâyet bu gibi eğlencelerle meşguliyet câri bir adet haline gelecek olsa, insanlar cemiyet üzerine bir yük, bir parazit haline gelir ve nefislerini ıslâha yönelmezler."
3- İçkili, Kadınlı, Çalgılı Eğlenceler: Bu çeşit eğlenceler, az olsun çok olsun, hangi fırsat ve zamanda olursa olsun kesinlikle haramdır. Dinimiz, düğün ve bayramlarda ölçülü şekilde eğlenerek neş'e izhârını tecviz etmiş olmasına rağmen bu müsaadeyi haram şeylere tevessül etmemek şartıyla kayıtlamıştır:
"Ümmetimden bir grup, "yeme, içme, malayâniyât ve eğlence ile geceyi geçirir. Sonra maymunlar ve hınzırlar olarak sabaha ulaşır. Onlardan bir mahalleye bir rüzgâr estirirler de bu rüzgâr, içkileri helâl addetmeleri, çalgılar kullanıp şarkıcı kızlar tutmaları sebebiyle öncekilerin helâk oldukları gibi,  bunları da helâk eder."
Bazı hadislerde, içki istihlâkinin artıp, çalgıcı kadınların çoğulması "Kıyamet alâmeti" olarak belirtilmiştir.

Prof.İbrahim Canan / Kütübü Sitte

1 Ocak 2013 Salı

İslamı Tebliğ ve İslami Sohbet Yapmada Usul


 İkrime rahimehullah anlatıyor: "İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) dedi ki: "İnsanlara haftada bir kere hadis konuş. Buna uymazsan iki kere olsun. Daha çok yapmak istersen üç olsun. Sakın halkı şu Kur'an'dan usandırma! Halk kendi meselelerini konuşurken, senin onlara gelip, sözlerini keserek, bir şeyler anlatıp onları bıktırdığını  görmeyeceğim. Onlar konuşurken sus ve dinle. Onlar sana gelip "Konuş!" diye talebte bulununca, istiyorlar demektir, o zaman konuşursun. Dua'da seci  meselesine dikkat et ve ondan kaçın. Zira ben, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Ashab-ı Kirâm'ın devrinde yaşadım, bunu yapmıyorlardı." [Kütübü Siite, (4123)- Buharî, Da'avât 20).]

AÇIKLAMA:
1- Burada halkı irşad ve talimde  mühim bir edeb beyan edilmektedir: Haftada bir çok kere değil, en ziyade üç kere irşad etmek. Normali bir defadır. Sebebi de açıklanmaktadır: Usandırmamak..
2- İkinci bir husus, tâlib olmayan, istek izhâr etmeyene de tahdiste bulunmamak, İbnu Hacer buna mekruh der.
3- Hadis, ayrıca insanların konuşmalarını keserek  talimde bulunmayı da yasaklıyor. Âlimler buradan hareketle "ilim, isteyene, hırs gösterene öğretilmelidir" demiştir. Öyleyse, ilmi neşredenler, önce öğrenmeye arzu  uyandırıcı tedbirler almalı, arzuların uyanacağı fırsatları kollamalı, ondan sonra anlatmaya geçmelidir. Bu durumlar göz önüne alınmadan yapılacak neşr-i ilim faaliyeti nefret uyandırır, akim kalır.
4- Hadis, bir de duada secî denen nesirde kafiyemsi ses benzerlikleri kullanmayı yasaklamaktadır. Zira bunda bir gayr-ı tabiîlik (tekellüf) vardır. Ayrıca secî yapacak kelimeler ma'nâ yönünden kısırlık, zıtlık getirebilir.
Bu sebeplerle ne Resulullah, ne ashab, secîye özenmemişlerdir. Ancak tabiî şekliyle, kendiliğinden vâki olan secînin mekruh olmayacağı, burada belirtilen  yasağa girmeyeceği de kabul edilmiştir. Nitekim hadiste bunun örnekleri var. Biri şöyle:    اَللَّهُمَّ مُنْزِلَ الْكِتَابِ سَرِيعُ الْحِسَابِ هَازِمُ اَحْزَابِ   "Allahümme münzilü'l-Kitab,serî'u'lhisâb, hâzimu'l-ahzâb. "Ey kitabı indiren, hesabı çabuk yapan, hizibleri dağıtan Allahım!..."

(İBRAHİM CANAN- KÜTÜBÜ SİTTE)

Ayrıca bu konuyu daha iyi irdelemiş olan şu yazıya muhakkak vakıf olmanızı tavsiye ederiz: http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/bediuzzamanin-teblig-ve-irsad-yapanlara-tavsiyeleri#.UOnXFeRShdx