26 Şubat 2013 Salı

İSLAMDA ÇOCUK TERBİYESİ


Bismillahirrahmanirrahim.
Yüce Rabbimizin bizlere bahşettiği sayısız nimetlerden birisi de gönül meyvelerimiz ve ciğerparelerimiz olan evlatlarımızdır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’inde2.,  Rasulullah (s.a.v.) da hadis-i şeriflerinde bizlere birçok nasihatte bulunmuş, güzel örnekler sunmuştur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) çocuğa gösterdiği özeni ana rahmine düşmeden evvel başlatır3, doğum ile de devam ettirirdi. Yeni doğan bir çocuğun kulağına ezan okur, güzel bir isim verir, akika kurbanı keser, başını tıraş ederek saçlarının ağırlığında gümüş tasadduk eder, onlar için hayır duada bulunurdu4.

Efendimizin çocuklarla olan bu ilgisi hayatın diğer alanlarında da devam ederdi. Bazen çocuklar onun yanına gelir, bazen de o çocukların yanına giderdi. Bu, kimi zaman onlara olan özlemin giderilmesi, kimi zaman bir ziyaret, kimi zaman da onların bir ihtiyacı için olurdu. Rasul-i Ekrem (s.a.v.) çocukları bağrına basar, öper, omzuna çıkarır, sırtına alır, bineğine bindirir, sofrasına çağırırdı5. Hatta sokakta çocukların oyununa katılırdı. Onları temiz olmaya teşvik eder, sır saklamayı öğretirdi6. “Evladım! Elinden gelirse hiçbir zaman kimseye karşı kin ve düşmanlık besleme” diyerek çocuklara kin ve düşmanlık beslememeyi öğrettiği gibi,  onları başkasının hakkına tecavüzden de sakındırırdı7.  Evladım! Evine girdiğin zaman evde bulunanlara selam ver. Bu hem sana, hem onlara bereket getirir8” buyurarak çocuklara evlere giriş adabını da öğretirdi. Sohbet toplantılarında çocuklara da yer verir, onları beraberinde davetlere ve hasta ziyaretlerine9 götürürdü. Çocukları iş başarmaya alıştırır, ilim öğrenmeye özendirirdi. Rasulullah (s.a.v.), kız çocuklarına ayrı bir önem verir, onların yetiştirilmeleri ve himaye edilmelerini özel olarak teşvik ederdi. Nitekim bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: “Kimin üç kız kardeşi yahut iki kızı, yahut iki kız kardeşi olur da onlara güzel davranır, onlar hakkında (yani onlara kötülük etmemek konusunda) Allah’tan korkarsa cenneti kazanmış olur.”10

Rasulullah (sav)’in asr-ı saâdeti iman, ahlak, edep, ilim ve amel üzerine kurulmuştur. Bizler de onun kurduğu ve yaşadığı asr-ı saâdeti yeniden kurmak ve yaşamak; onun nâil olduğu dünyevî ve uhrevî nimetlere nâil olmak istiyorsak, çocuklarımıza onun gibi davranmak, onun gibi örnek olmak zorundayız. Geleceğimiz olan evlatlarımızın zihinlerini ilim, gönüllerini maneviyat, hayatlarını edep ve ahlâk ile süslemeli, hayatın her alanında başarılı olmayı öğretmeliyiz.
Ulu Rabbimiz cümlemize, ahlâklı, faziletli, hayırlı ve başarılı nesiller ihsan eylesin!

[1] İbn Mace, Sünen, Edeb, 2.
[2] Kehf, 46; Ahzab, 21.
[3] Buhari, Be’dü’l-halk, 11.
[4] Buhari, Buyu, 49; Tirmizi, Udhiyye, 15, 18; Ebu Davud, Edeb, 61;
 [5] Demir, Bekir, Hz. Peygamber ve Çocuk Eğitimi, İst., 2002, s. 40.
[6] Müslim, Fedâilü’s-sahabe, 145; Ebu Davud, Tereccül, 12.
[7] Tirmizi, İlim, 95; Ebu Davud, Salat, 26.
[8] Tirmizi, İsti’zan, 10.
[9] Buhari, İlim, 14; Buyu’, 30; Buhari, Merdâ, 15.
[10] Tirmizi, Birr, 13.



Dr. Pehlül DÜZENLİ
Laleli Camii İmam-Hatibi/Fatih

19 Şubat 2013 Salı

“Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol” Hadis-i Şerif'i ve Açıklaması


İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benim iki omuzumu tuttu ve:
“Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol” buyurdu. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle derdi:
Akşama ulaştığında sabahı gözetme, sabaha kavuştuğunda da akşamı bekleme. Sağlıklı anlarında hastalık zamanın için, hayatın boyunca da ölümün için tedbir al.
Buhârî, Rikak 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3
Açıklamalar
Hz. Peygamber, Abdullah İbni Ömer’e söyleyeceği sözü söylemeden ve yapacağı nasihatı yapmadan önce onun omuzunu tutmuştu. Bu hareket, sözü söyleyenin karşısındakine verdiği önemi ve söyleyeceği söze de dikkat edilmesi gerektiğini ifade eder. Garib, memleketinden ve ailesinden uzakta bulunan kimse anlamına gelir. Yolcu da hemen hemen aynı anlamı ifade eder. Aradaki mâna farkı şudur: Garip, memleketinden ve ailesinden uzak ise de, bulunduğu ve bir müddet kaldığı gurbette, ikâmet ettiği yerde bir kaç tanıdık edinmiş olabilir. Gelip geçici yolcu bundan da mahrumdur.
Peygamber Efendimiz, İbni Ömer’e dünyada bir garip, bir yolcu gibi yaşamayı öğütlerken, dünyaya ve insanlara çok bağlanıp kalmamasını, dünyayı ebedî bir vatan gibi görmemesini, insanlarla çok fazla iç içe olmamasını tavsiye etmiş oluyordu. Bir garib gibi veya bir yolcu gibi olan kimsenin, başkalarına karşı hasedi, kini, düşmanlığı, kavgası, kötü düşünce ve davranışları olmaz. Bütün bunlar, halk ile çok iç içe olmanın ve dünyaya aşırı derecede meyledip gönül bağlamanın sonucudur. O halde insan bunlardan kendini koruyabilmek için tedbirler almalıdır.
Peygamber Efendimiz’in kendisine yaptığı tavsiyeyi naklettikten sonra İbni Ömer’in söyledikleri, kendi öğütleridir. Akşam olunca sabahı beklememek, sabah olunca da akşamı beklememekten maksat, sabahın işini akşama, akşamın işini sabaha bırakmamaktır. Çünkü insan akşamdan sabaha, sabahtan akşama çıkamayabilir. Zira, ölümün ne zaman geleceği belli değildir. İnsan kendini tükenmez arzulara kaptırmamalı, yani geleceğe dair boş hayaller kurmamalıdır. Bu durum, yarını düşünmemek ve birtakım tedbirler almamak anlamına gelmez.
Hastalık ve sağlık bizim içindir. Bu sebeple sağlığın kıymeti iyi bilinmelidir. İnsan ibadet yaparken, yapamayacağı bir zamanın olabileceğini, çalışıp kazanırken, çalışamayacağı ve kazanamayacağı bir hale düşebileceğini düşünüp ona göre hareket etmelidir. Hayat da ölüm de bir gerçektir. O halde insan hayatında ölüme hazırlık yapmalı, bu dünyada iken ahireti kazanmanın yollarını arayıp bulmalıdır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Bu hadis, Peygamberimiz’in İbni Ömer’i çok sevdiğinin delillerinden biridir.
2. Her işi vaktinde ve saatinde yapmak müslümanın prensibi olmalıdır.
3. Mü’min dünyaya aşırı derecede meyletmemeli ve gönül bağlamamalıdır.
4. İnsan tükenmez arzuların esiri olmamalıdır.
5. Allah’a karşı itaat ve tâati artırmak için her ânı, sağlığı, sıhhati ve hayatı ganimet bilmelidir.

Kaynak: Riyazü's Salihin, Hadis No.472 | Ayrıca: Buhârî, Rikak 3.,Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3

"Dünya mü’minin zindanı, kâfirin de cennetidir." Hadis-i Şerif'i ve Açıklaması


 Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dünya mü’minin zindanı, kâfirin de cennetidir.”
Müslim, Zühd 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd l6; İbni Mâce, Zühd 3 
Açıklamalar
Dünyanın mü’mine zindan, kâfire cennet oluşu, ebedî olan âhiret hayatındaki hallerine kıyasladır. Çünkü Allah Teâlâ cennette mü’minler için o kadar büyük sevaplar ve kalıcı nimetler hazırlamıştır ki, bu dünyadaki en üstün nimetler ve en lüks yaşayış tarzları bile onunla kıyas edilemez. Kâfirler için âhirette hazırlanmış olan cezâ ve azâp o derece büyüktür ki, dünyanın en sıkıntılı hayatı bile onlar için âdeta bir cennet sayılır.
Bir başka açıdan bakıldığında, mü’minler bu dünyanın pek çok zevklerini, eğlencelerini, lezzetlerini ve şehvetlerini Allah tarafından haram kılınmış olduğu için terketmektedirler. Çünkü onlardaki Allah korkusu ve saygısı, bunları yapmalarına engel olur. Kâfirlerin ise böyle bir endişeleri yoktur. Onlar, hayatı bu dünyadan ibaret saydıkları ve Allah’ın emir ve yasaklarını dinlemedikleri için, esasen çok kısa olan bu geçici dünya hayatı onlar için bir cennet niteliği taşır. Oysa bu dünyadaki sorumsuz yaşayışları, âhiretteki cezâ ve azaplarını artırır.
Mü’minler için bu dünyanın zindan oluşu da derece derecedir. Allah’tan daha çok korkanlar için bu dünya sıkıcı bir hapishanedir. Çünkü onlar, Allah’ın yasak kıldığı her şeyden olabildiğince kaçınırlar. Dindarlıklarındaki hassasiyetleri az olanlar için ise daha rahat bir hapishane sayılabilir. Çünkü onlar, birinciler kadar ince eleyip sık dokumazlar. Tabii ki herkesin âhiret hayatındaki mükâfatı, dünyadaki yaşayışına göre olacaktır. Dolayısıyla âhiretteki mutlu hayatı gören mü’minler dünyada geçirdikleri hayatın bir hapis hayatı olduğunu, kâfirler ise dünyadaki hayatlarının cennet olduğunu anlayacaklardır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Mü’min, dünyaya aşırı bağlanmaktan ve ona sevgi beslemekten uzak olmalıdır.
2. Dünyada Allah’ın emir ve yasaklarına uygun yaşamak, âhirette ebedî mutluluğa ulaşmayı sağlar.
3. Kâfirlere özenerek dünyanın geçici zevk ve eğlencelerine dalmak insanın ebedî hayatını perişan eder.

Kaynak: Riyazü's Salihin, Hadis No.473.  |Ayrıca bk.Müslim, Zühd 1.Tirmizî, Zühd l6; 

9 Şubat 2013 Cumartesi

İyiliği Emredip, Kötülükten Sakındırmanın Önemi

“Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez.”  Tirmizî, Fiten 9

Açıklamalar
Peygamber Efendimiz, bazı kere sözlerine, konuşmalarına yeminle başlardı. Onun böyle davranması, sözünün doğruluğunu tekit ve teyit gayesi taşır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in az sayılmayacak kadar sûre ve âyetlerinin de yeminle başladığını görmekteyiz. Bu, Allah Teâlâ’nın sözünün tasdiki, tekit ve teyidi olup, muhtelif hikmetleri üzerinde müfessirlerin çok şey söylediği konulardan biridir. Peygamber Efendimiz’in birtakım hutbe ve konuşmalarına yeminle başlamak suretiyle, Câhiliye dönemi Arapları arasında yaygın olarak bulunan ve sahâbîlerce de bilinip bazı kere kullanılan yanlış ve uygunsuz yeminleri ortadan kaldırma hedefi güttüğü ifade edilir. Söze yeminle başlamanın bir başka sebebi de, yeminden sonra getirilecek sözün önemine dikkat çekmek ve o sözün gerçekliğini tekit etmekdir.
Bu hadis, bize iyilikleri emir ve kötülüklerden nehiy vazifesini yerine getirdiğimizde kazanacağımız mükâfatı, ihmâl ettiğimizde ise uğrayacağımız musibeti bir kere daha açıkça bildirmektedir. Birincisi müsbet bir davranış, ikincisi ise o müsbet davranışı yapmadığımızda uğrayacağımız menfî neticedir. Müsbet olan, iyiliği emir ve kötülükten nehiy vazifesini yerine getirmemizdir. Menfi netice ise, vazifemizi yerine getirmediğimiz takdirde uğrayacağımız musibetlerdir. İnsanın bu dünyada başına gelebilecek musibetler, belâlar bir tek cinsten ibaret olmayıp çok çeşitlidir.
Kötü kimselerin toplumların başına musallat olması, idarecilerin işledikleri zulümler yüzünden toplumun fitnelere sürüklenmesi, müslümanlar arasında düşmanlıkların ortaya çıkması ve benzer   musibetler, her ferdi içine alan umûmî mahiyetteki belâlardır. Daha önceki hadislerde de geçtiği gibi, bunlar helâke, çöküş ve yok oluşa sebeb olan hallerdir. İyiliği emir ve kötülükten nehiy vazifesini ihmal eden veya terkeden toplumlar, bu belâlara müstehak olurlar.
Musibet ve belâ anında yapılan duanın da kabul edilmeyeceği, bu hadiste açık bir şekilde bildirilmektedir. Çünkü musibetlerin gelmesine sebeb olan kötülüklere karşı mücadele edilmemiş, ma’rûfu emir ve münkeri nehiy görevi yapılmamıştır. Böylece duanın kabul edilebilmesi için gerekli şartlar da yerine getirilmemiştir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Ma’rûfu emir ve münkeri nehiy vazifesi yerine getirilmezse, Allah azabını gönderir.
2. Gücü yetenler iyiliği tavsiye edip, kötülükten sakındırma görevini yerine getirmeyince, ceza bütün topluma şâmil olur.
3. Allah’ın emir ve yasaklarına riâyet etmeyenlerin duaları da kabul olunmaz.
4. Dînî bir hakikatı, önemli bir meseleyi tebliğ ederken, söze yeminle başlamakta bir sakınca yoktur.

Kaynak: Riyazü's Salihin

6 Şubat 2013 Çarşamba

“Her kul öldüğü hal (amel) üzere diriltilir.” Hadis-i Şerif'i ve Açıklaması


Câbir İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Her kul öldüğü hal (amel) üzere diriltilir.” Müslim, Cennet 83
Açıklamalar
Ömrün sonlarında hayır ve kulluğu arttırma teşvikinin asıl gerekçesi bu hadiste açıklanmaktadır. Herkes ne üzerinde nasıl, hangi halde vefât etmişse, âhirette öylece diriltilecektir. Buna göre iyilik ve kulluk hallerini arttırmak, eceli iyi bir durumda karşılama imkânını hazırlamak demektir. Öteki dünyada güzel bir hal ile dirilmek mutluluğu da buna bağlıdır.
Ölüm kesin ve mecbûrî bir sondur. “Her canlı ölümü tadacaktır.” Hiç bir canlı nerede, ne zaman öleceğini bilemez. Böyle olunca genellikle, belli yaşlardan sonra artık bu mecbûrî yolculuğu, günlük hayatın gündemine ağırlıklı şekilde hâkim kılmak, gâfil avlanmamak bakımından fevkalâde önemlidir. Zira “Nasıl yaşarsanız öylece ölür, nasıl ölürseniz öylece diriltilirsiniz” uyarısı, görünüş açısından genel bir gerçeğe dikkat çekmektedir.
Camide ibadet ederken ölmek de var, meyhânede kafa çekerken ölmek de... Helâlinden rızkını kazanmak için çalışırken iş başında ölmek de var, başkasının malını aşırırken ölmek de... Allah diyerek ölmek de var, etrafa küfürler yağdırarak ölmek de. Sâlihler meclisinde ölmek de var, fâsıklar arasında ölmek de...
Bütün bunlar düşünülünce, dili güzel kelimeler söylemeye alıştırmak, ve günü hayır üzere geçirmeye gayret etmek demek, ölümü uygun bir şekilde karşılamaya çalışmak demektir. Asıl gerçeği yani herkesin içinde sakladığı niyet ve sırları ancak Allah bilir. Toplu ölümlerde, öbür dünyadaki diriliş şeklini herkesin niyeti tayin edecektir. Bu konuda niyet ile ilgili bölüme bakılmalıdır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür. Nasıl ölürse öyle diriltilir.
2. İyi bir niyete, iyi bir hayat tarzına sahip olmak, özellikle ömrün sonlarına doğru kendine çeki düzen vermek, âhirette iyi bir hal üzere dirilmek bakımından büyük önem arzetmektedir.

Kaynak:
Riyazü's Salihin - İmam Nevevi
Tercüme ve Şerh: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Yrd. Doç. Dr. Raşit Küçük

5 Şubat 2013 Salı

"Allah Teâlâ kıskanır. Allah’ın kıskanması, haram kıldığı şeyi kulun işlemesindendir." Hadis-i Şerif'i ve Açıklaması


Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Allah Teâlâ kıskanır. Allah’ın kıskanması, haram kıldığı şeyi kulun işlemesindendir.
Buhârî, Nikâh 107; Müslim, Tevbe 36. Ayrıca bk. Tirmizî, Radâ 4
Açıklamalar
Kıskançlık anlamına gelen “gayret” kelimesi, Allah’a nisbet edilince, “kullarına merhamet etmesi ve saadetlerini dilemesi” anlaşılır. Nitekim Müslim’in rivayet ettiği bir başka hadiste bu durum şöylece açıklanmıştır:
“Allah’tan daha kıskanç kimse yoktur. Bundan dolayı kötülüklerin açığını da kapalısını da haram kılmıştır…” (Müslim, Tevbe 33). Nelerden razı olduğunu ve hangi fiil ve sözlerden razı olmadığını önceden bildirmiş olması O’nun, kullarının saadetlerini dilemesinin, azab çekmelerini istememesinin sonucudur. Herhangi bir haksızlık ya da fenalık görülünce, “gayretullah’a (veya gayret-i ilâhiyeye) dokunur” denilmesi de bu mânadadır.
Kıskançlık, daha çok karı-koca arasında her birinin yekdiğerini başkalarına kaptırmaktan sakınması, bunun için tedirginlik duyması, tepki göstermesi demektir. Aslında bu duygu ve davranışların temelinde de eşlerin birbirlerine karşı duydukları sevgi vardır.
Birbirlerini koruma isteği vardır. Ancak eşler bu duygularını, ters bir durumla karşılaştıklarında ortaya koyarlar. Allah Teâlâ ise, kullarını kötülüklerden korumak için emir ve yasaklarını önceden bildirmiştir. Âni tepki şeklindeki bir gayret ve kıskançlık Allah hakkında düşünülemez. Allah Teâlâ koyduğu sınırlara uyulmaması halinde gazab edeceğini de (gayretinin sonucu olarak) yine önceden bildirmiştir.
Kaydedildiğine göre Sa’d İbni Ubâde radıyallahu anh bir gün Resûlullah’ın huzurunda:
- “Eğer karımın yanında yabancı bir erkek görecek olsam onu, kılıcımın keskin tarafıyla doğrarım” demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, çevresindekilere:
- “Sa’d’ın bu gayret ve hamiyetine şaşmayın! Çünkü ben Sa’d’dan daha kıskancım. Allah Teâlâ da benden daha kıskançtır” buyurmuştur. Bir yasağın çiğnenmesine karşı Hz. Peygamber ve Allah Teâlâ’nın tepkisi, elbette eşlerin birbirlerini kıskanmalarından çok daha ileridir (bk. Buhârî, Nikâh 36). Allah ve Resûlü, mü’minlerin haramlara düşmesini asla arzu etmezler.
Hadîs-i şerîf 1810 numarada tekrar gelecektir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Allah Teâlâ koyduğu sınırları, mü’minleri korumak için koymuştur. Bu sebeple de sınırların çiğnenmesine razı değildir.
2. Haramları işlemek, Allah’ın gazabına uğramaya sebeptir.
3. Murâkabe bilincinin canlı tutulması, müslümanı haramları işlemekten ve sonuçta ceza görmekten alıkor.

KAYNAK: RİYAZÜ'S SALİHİN NO:65

4 Şubat 2013 Pazartesi

"Allah, Hayrını Dilediği Kişiyi Sıkıntıya Sokar." Hadis-i Şerif'i ve Açıklması


 Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah, hayrını dilediği kişiyi sıkıntıya sokar.”   Buhârî, Merdâ 1
Açıklamalar
Hadisimiz, başa gelen sıkıntıların bazan lutuf ve hayır vesilesi olacağını açıkça ortaya koymaktadır. Burada söz konusu olan belâ ve musibetlerin neler olabileceğini ise, Bakara sûresi’nin 155. âyeti açıklamıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
..Sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden eksiltmekle sınarız. Sabredenleri müjdele!”
Önceki iki hadiste de görüldüğü gibi belâ ve musîbetler, sabır gösterilirse ya günahların bağışlanmasına ya da, burada işâret edildiği üzere, hayır ve ecirlere vesile olur. Nitekim İmam Gazzâlî, konuya üç ayrı yorum getirmiştir:
1. Münafığın başına gelen musîbet ve hastalıklar. Münafık, sıkıntıya sabretmeyip şikâyette bulunduğu için bunlar onun hakkında tam bir cezâ anlamı taşır.
2. Mü’minin hastalık ve musîbeti. Mü’min, bunların Allah’dan geldiği bilinci içinde sabreder. Böylece de sıkıntıları günahlarına kefâret olur.
3. Şükür ve rızâ halindeki olgun mü’minlerin hastalık ve sıkıntıları. Bunlar belâ ve musîbet halinde de Allah’a hamd ve şükür görevlerini yerine getirirler. Öylece onların sıkıntıları, Allah katındaki derecelerinin yükselmesine vesile olur.
 Netice olarak şunu unutmamak gerekir ki, bu dünya imtihan dünyasıdır. Allah katında derece sahibi olmanın bir yolu da belâ ve musîbetlere uğramaktan geçmektedir. Bu durumda yapılacak iş, başa her ne gelmişse, onu sabır ve rızâ ile karşılamaktır. Müslümanın asıl kazancı buradadır. Bir anlamda sabır, müslüman için, her olumsuzluğu lehine çevirmeye imkân vermektedir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Başa gelen her belâ ve sıkıntı, mutlaka bir cezâ değildir.
2. Müslüman belâ ve musibetlere sabretmek suretiyle Allah katındaki derecesini yükseltebilir.

Kaynak: Riyazü's Salihin, No:40