"Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et." (İnşirah Suresi, 7)
(Kıyamette, herkes ömrünü ve gençliğini nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ve ilmi ile amel edip etmediğinden sorguya çekilecektir.) [Tirmizi]
Belki de hiçbir din, hiçbir kültür ve medeniyet, zamana son hak din İslâm kadar önem atfetmemiştir. Zaman, Yüce Rabbimizin insanoğluna verdiği nimetlerin en başında yer alır. Yeryüzündeki birçok nimetin alternatifi veya yitirilmişse telafisi mümkün iken, geçen hiçbir ânın geri getirilmesi asla mümkün değildir. Önemine binaen Kur’an-ı Kerim’de bazı sureler; Asr, Duha, Leyl, Fecr, Cuma, Felak gibi zaman ifadelerine yeminle başlar, isimlerini de bu ifadelerden alır. Yine pek çok ayette; dehr, karn, asr, sene, yaz-kış, ay, gece-gündüz, sabah-akşam, kuşluk vakti, zeval ve gurub vakti, gece yarısı, ân gibi vakitlerden söz edilir. Bazen “süresi elli bin yıl olan bir günden”[1] bazen de “göz kırpması veya daha az bir zamandan” bahsedilir.[2] Yüce Rabbimiz öyle bir zamandan söz eder ki, o vakit insan henüz adı anılan bir varlık bile değildir.[3] Yine Kur’an’da öyle bir saatten bahsedilir ki, kıyametin kopuşunun kastedildiği bu ânın ne zaman gerçekleşeceğini Allah’tan başka hiç kimse bilemez.[4] İşte Cenâb-ı Hakk’ın bu iki zaman dilimi arasında insanoğluna verdiği kesintisiz nimetin adıdır zaman. Biz insanlar açısından ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’le başlayan bu kesintisiz nimet, yüzlerce asırdır, binlerce neslin üzerinden akıp gitmiştir.
Dinimizdeki sorumluluk anlayışına göre; “Yüce
Allah, kişiyi ancak verdiğinden ve ancak gücü nispetinde sorumlu tutar”. Bu
yüzdendir ki, her birimize ahirette sorulacak ilk soru, bir ayet-i kerimede de ifade
edilen: “Dünyada ne ile meşgul idiniz? Ne yaptınız?” sorusu olacaktır.
“İki nimet vardır ki, insanların çoğu
onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman.”[5] buyuran Sevgili
Peygamberimizin ashabından birine söylediği şu hikmetli tavsiyesi ne kadar mânidardır:
“Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bil; ölümden önce hayatın,
meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce varlığın, ihtiyarlıktan önce
gençliğin ve hastalıktan önce sağlığın”[6]
Ne var ki Allah ve Resulü’nün zamana
verdikleri bu kıymet ve öneme paralel bir duyarlılığı bugün pek çok Müslümanda
görebilmek maalesef mümkün değildir. Bırakın zamanın kıymetini bilmeyi, böyle bir
nimet karşısında bizdeki duyarsızlık hatta vurdumduymazlık içler acısıdır. Oysa
Müslümanlar olarak bizlerin sağlam bir zaman tasavvuruna sahip olmamız, zaman
bilincini geliştirmemiz, zamanın bize verilen en değerli nimet olduğunu
bilmemiz gerekmektedir. Ne yazık ki dilimize ve kültürümüze de yerleşmiş olan
“zaman çok kötü!” “zaman öldürmek”, “zamanım yok!” “zamane çocuğu!” “zaman sana
uymazsa sen zamana uy!” şeklindeki söylenmeler, aslında zamana nasıl
baktığımızın birer göstergesidir. Halbuki değeri bilindiği ve değerlendirildiği
müddetçe zaman daima iyidir, mübarektir. Yaşadığı en küçük zamandan sorulacağı
bilinciyle hareket edip zamanı değerlendirerek “iyi ve aydınlık” kılacak da,
aksini yaparak onu “kötü ve karanlık” hâle getirecek de biziz.
İster hicrî, ister milâdî olsun, Kur’an-ı
Kerim’de de ifade edildiği gibi; “Allah katında ayların sayısı on ikidir.”[7] Birkaç
hafta evvel hicrî 1433 yılına girdik; inşallah Pazar günü de milâdî 2012 yılına
gireceğiz. Aslında bu, süresinin ne kadar olduğunu bilemediğimiz ömrümüzden
koca bir yılın eksildiği, başka bir ifade ile ölüm gerçeğine bir yıl daha
yaklaştığımız anlamına gelmektedir. Tam bu noktada, geçirilen 365 günün ardından
bir muhasebe yapılması gerekirken, yeni bir yıla kavuşmanın sevinç ve
heyecanıyla sırf ötekine özenerek ve öykünerek daha ilk geceden zamanı öldürmek
ne kadar da düşündürücüdür!
Oysa Yüce Rabbimiz, Resûl-i Ekrem Efendimizin şahsında her birimize; “Bir
işi bitirince diğerine koyul.”[8]
buyurmaktadır. Yine bizim kültürümüze göre “İki günü eşit olan ziyandadır.”
Hutbemin başında okuduğum surede Yüce Allah şöyle buyurur: “Asra yemin
ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller
işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.”
Dolayısıyla Yüce Rabbimizden niyazımız, bize zamanı iyi plânlama ve iyi
değerlendirme bilincini bahşetmesi; geçirdiğimiz yılın ve yılların iyi bir muhasebesini
yapmamız; gireceğimiz 2012 yılının başta ülkemiz, gönül coğrafyamız ve İslâm
âlemi olmak üzere tüm insanlığa barış, huzur ve mutluluk getirmesi; hayırlarla
dolu bolluk ve bereketler içinde bir yıl olmasıdır.
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü (Diyanet İşleri Bşk.)
Güzel ama keşke genel olarak da yazsaydınız
YanıtlaSilBayıldımmm
YanıtlaSil