“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı
işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a
ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap
da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği
bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola
çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.”
Buhârî,
Bed’ü’l-vahy 1, Îmân 41, Nikâh 5, Menâkıbu’l-ensâr 45,
İtk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Talâk 11; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 16; Nesâî,
Tahâret 60; Talâk 24, Eymân 19; İbni Mâce, Zühd 26
Açıklamalar
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir” hadisi,
insanın kazanacağı sevap ve günahlar ile yakından ilgili ve son
derece önemlidir. Ahmed İbni Hanbel, Ebû Dâvûd, Tirmizî,
Dârekutnî gibi büyük âlimler, bu hadisle, İslâmiyet’in
üçte birini anlamanın mümkün olduğunu söylemişlerdir.
İmâm Şâfiî, bu hadisin yetmiş ayrı konuyla ilgisi
bulunduğunu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı
saymak gerektiğini belirtmiştir. İmâm Buhârî ise, kitap
yazanlara bir nasihatte bulunarak, eserlerine bu hadisle
başlamalarını tavsiye etmiştir.
Şimdi niyetin ne olduğunu görelim:
Niyet, bir işi Allah rızâsı için yapmayı kalbden geçirmektir.
İş ya kalble, ya dille veya diğer organlarla
yapılır.
Kalbimizle yaptığımız işler, niyet ve düşüncelerimizdir.
Dilimizle yaptıklarımız konuşmalarımızdır.
Organlarımızla yaptığımız işler de fiil ve davranışlarımızdır.
Sözler ve davranışlar çoğu zaman niyete bağlı olduğu için,
iyi niyet bazan başlı başına bir ibadet olur.
Ameller yâni yapılan işler niyete göre değer kazanır sözü,
çoğu zaman organlarımızla yaptığımız işleri kapsar. Yoldaki
bir taşı, insanlara zarar vermesin düşüncesiyle ve sevap
kazanmak ümidiyle kaldırıp atmak bir ibadet sayılır. Birinin
malını meşrû olmayan yollardan elde etmeye karar vermişken,
Allah korkusuyla bu düşünceden vazgeçmek de aynı şekilde sevap
kazanmaya vesile olur.
Kalbden geçen düşünceler, iyi niyete dayandığı zaman Allah
katında değer kazanır. Bu esnada kalbin uyanık ve şuurlu olması
gerekir.
Dil bir şeye niyet ederken kalb bu düşünceye katılmazsa,
niyet makbul olmaz. 7. hadîs-i şerîfte görüleceği üzere
Allah Teâlâ bizim şeklimize, kalıbımıza değil, kalblerimize
bakar, niyetlerimize değer verir.
Abdullah İbni Ömer’in âlim ve zâhid oğlu Medine’nin yedi
fakihinden biri olan Sâlim, halife Ömer İbni Abdülazîz’e
yazdığı mektupta şöyle demişti:
“Şunu iyi bil ki, Allah Teâlâ’nın kuluna yardımı, kulun
niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah’ın ona yardımı
da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah’ın yardımı da o
kadar azalır.”
Herkesin yaptığı işin karşılığını niyetine göre alması şu
gerçeği vurguluyor: Yapılan bir ibadet ve herkesin takdirini
kazanan bir hizmet görünüş bakımından kusursuz olabilir; ancak
o ibadet ve güzel hizmetin samimi bir niyetle ve sadece Allah’ın
rızasını kazanmak maksadıyla yapılması şarttır. İnsanların
takdir ve teveccühünü kazanmak veya hem Allah rızasını hem de
insanların takdirini kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve
hizmetlerin Allah katında hiçbir kıymeti yoktur. Yapılan işleri
Allah katında değerli kılan bizim ihlâs ve samimiyetimiz, yani o
işleri sadece Allah rızası için yapmış olmamızdır. Meselâ
insanlar beni görsün ve takdir etsin diye namaz kılmak, zekât
vermek şirk derecesinde büyük bir günahtır. Fakat gösterişi
aklından geçirmeyen bir mü’minin, başkalarını o ibadeti
yapmaya teşvik etmek niyetiyle herkesin göreceği bir yerde namaz
kılıp zekât vermesi faziletli bir davranıştır. Böyle bir
mü’min hem görevini yapmış hem de iyi niyetinden dolayı ayrıca
sevap kazanmış olur.
İyi niyete dayanmayan, sadece gösteriş için yapılan ibadetlerin
ve güzel davranışların Allah katında hiçbir değeri
bulunmadığını Peygamber Efendimiz ibretli bir misâlle ortaya
koymuştur. Bu hadîs-i şerîfe göre kıyamet gününde ilk defa
bir şehid hakkında hüküm verilecek. Allah Teâlâ ona ne
yaptığını sorduğunda:
— Senin
uğrunda
çarpıştım, şehid edildim, diyecek. Fakat Cenâb-ı Hak ona:
— Yalan söyledin. Sana
cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak ve o adam yüz üstü
sürüklenerek cehenneme atılacak.
Daha sonra ilim öğrenip
öğreten ve Kur’an okuyan bir kimse getirilecek. Ona da ne yaptığı
sorulacak.
— İlmi öğrendim ve
öğrettim. Senin rızânı kazanmak için Kur’an okudum, diyecek.
Allah Teâlâ ona:
— Yalan söyledin. İlmi,
sana âlim desinler diye öğrendin. Kur’an’ı ise, güzel okuyor
desinler diye okudun. Nitekim öyle de denildi, buyuracak. O adam da
yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
Hadîs-i şerîfin devamında
zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun da malını Allah
rızası için harcadığını söyleyeceği, ona, “cömert adam”
desinler diye malını sarfettiği söyleneceği ve diğerleri gibi
onun da cehenneme atılacağı belirtilmektedir
(Müslim, İmâre 152).
Bu niyet hadisinden şöyle bir sonuç da çıkmaktadır:
Aslında ibadet olmayan bazı işler, iyi niyetle yapıldığı
takdirde ibadete dönüşebilir. Meselâ yemek yiyen kimse, bu
gıdalardan elde edeceği kuvvetle ibadet edeceğini düşünürse,
yemek yerken bile sevap kazanmış olur. Normal ticaretini yapan
kimse, işini en iyi şekilde yaparak insanlara hizmet etmeyi, onları
aldatmamayı düşünürse, hem para hem de sevap kazanabilir.
Hadîs-i şerîfimizde “Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne
varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve
Resûlü’ne hicret sevabıdır” buyuruluyor. Hicret,
bir şeyi terketmek demektir. Allah Teâlâ’nın yasak ettiği
şeyleri terkedip yapmamak da genel mânâda hicret sayılmaktadır.
Bu sebeple Peygamber Efendimiz:
“Muhâcir, Allah’ın yasakladığı şeyleri bırakan
kimsedir” buyurur (bk.
1569 nolu hadis).
Hadiste sözü edilen hicretten maksat, kâfirlerin elinde bulunan
vatanı bırakıp İslâm yurduna göçmek demektir. Hz. Peygamber
ile ashâbı, Mekke’den Medine’ye bu maksatla göçmüşlerdir.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in söylemek
istediği şudur:
Bir adam hicret ederken dünyevî bir çıkar düşünmemiş, sadece
Allah’ın rızasını kazanmayı ve Resûlullah’ı hoşnut etmeyi
hedef almışsa, hicreti makbûl olmuştur; Allah ve Resûlü’ne
hicret etme sevabını elde etmiştir. Kim de hicret ediyor görünse
bile, aslında bir dünyalık elde etme veya bir kadınla evlenme
arzusuyla yola çıkmışsa, onun hicreti makbul sayılmaz ve hiçbir
sevap kazanamaz. Bu gerçeği Allah Teâlâ şöyle belirtmiştir:
“Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun kazancını çoğaltırız.
Dünya kazancını isteyene de dünyalık veririz; ama onun âhirette
bir nasibi olmaz” [Şûrâ
sûresi (42), 20].
Bu hadîs-i şerîfin söylenmesine şöyle bir olayın sebep olduğu
anlatılır:
Sahâbîlerden biri, Ümmü Kays adlı bir hanımla evlenmek ister.
Fakat o günlerde Ümmü Kays Medine’ye hicret etmeyi
düşünmektedir. Kendisiyle evlenmek isteyen sahâbîye, niyeti
ciddî ise Medine’ye hicret etmeyi ve orada evlenmeyi teklif eder.
Mekke’deki kurulu düzenini terketmeyi henüz düşünmeyen o
sahâbî Ümmü Kays’la evlenmek arzusuyla Medine’ye hicret etmek
zorunda kalır. Bu durumu bilen sahâbîler, Ümmü Kays’ın
muhâciri anlamında “Muhâciru Ümmü Kays” diye takıldıkları
o zâtın, hicret sevabı kazanıp kazanmadığını tartışmaya
başlarlar. İşte o zaman Peygamber Efendimiz, bu hadîs-i şerîfle
meseleye açıklık getirerek herkesin niyetine göre sevap
kazanacağını belirtir.
Hadisten Öğrendiklerimiz:
1. Yapılan işlerden sevap kazanabilmek için o işlere iyi niyetle
başlamak gerekir.
2. Niyetin kalben yapılması önemli olduğu için, bunu ayrıca
dille söylemek şart değildir.
3. Allah rızası gözetilmeden yapılan işlerden sevap kazanılamaz.
4. İnsan göründüğü gibi olmalı, dünyevî bir çıkar için
dini kullanmamalıdır.
5. İhlâs, niyet sağlamlığı demektir.
Prof.Dr.Yaşar Kandemir - Riyazüs Salihin
0 yorum:
Yorum Gönder