29 Aralık 2012 Cumartesi

Hastalarınızı Yiyip İçmeye Zorlamayın. Zira Allah Teâlâ Hazretleri Onlara Yedirir İçirir

Ukbe İbnu Âmir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hastalarınızı yiyip içmeye zorlamayın. Zira Allah Teâlâ Hazretleri onlara yedirir içirir." [Tirmizî, Tıbb 4, (2041); İbnu Mâce, Tıbb 4, (3444).]

AÇIKLAMA:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), burada hastalara, onların iştahları olmadıkça bir şey yiyip içme hususunda zorlamamayı tavsiye etmektedir. Bu hususta ikna için "Onlara Allah'ın yedirip içirdiğini" beyan buyurur.

Tababete giren bu hadîsi de Aleyhissalâtu vesselâm'ın mucizelerinden biri sayabiliriz. Zira günümüz tababeti de iştahı kesilen hastaya zorla yedirmenin ona fayda değil, zarar vereceğini belirtir. Bir Batılı, oruçla tedavi metodu geliştiren Dr. Dewey'in çalışmalarını anlatırken der ki: "O zamandan beri hayatî kimye (biokimya) otaya çıkarmıştır ki, vücut harareti 38 dereceyi aşar aşmaz, sindirim sistemindeki guddeler enzim (sindirim mayası) salgısını durdurmakta ve taze sıkılmış meyve suyu dışındaki bütün gıdalar hazmı sağlayacak hiçbir enzim ile karşılaşmamaktadır. Binnetice bu halde alınan gıdalar barsaklarda çürüdüğü için zehirlenme hâsıl etmekte(37) herhangi bir fayda te'mîn etmemektedir. Dewey isbatladı ki, ateşli hastaların kilo kaybı, onları aç bıraktığımız zaman, zorla yedirdiğimiz zamana nisbetle daha fazla değildir. Üstelik hazım ameliyesinin 
1966'da yazılmış edilmiş Lejeun adlı kitaptan aldığımız bu ifadeyi doktorlar günümüzde biraz ihtiyatla karşılıyorlar: Ateşli hastanın iştahı kesilince aldığı gıdanın fayda değil, zararlı olacağını te'yîd etmekle beraber "Bağırsakta çürüme" diye bir hadise olmaz, ateş halinde mîde kabul etmez. Etse bile bağırsaklara salmaz, saldığı takdirde, bağırsaklardan dışarı atılır" derler. Gerektirdiği muayyen enerji sarfı, bünyenin, hastalığa karşı mücadele edebilmek için muhtaç olduğu hayatî gücü o nisbette azaltmaktadır."

Yazının devamında, içtiği asit sebebiyle sindirim sisteminde ciddî yaralar hâsıl olan ve bu yüzden hiçbir gıda alamayan bir çocuğun 75, diğerinin de 90 gün yaşadığı zikredilir. Yani, gıda alınmadığı takdirde, vücud, daha önceden depoladığı ihtiyatları kullanmakta, hayati fonksiyonlarda, gıdasızlık sebebiyle bir gerileme meydana gelmemektedir. İşte vücuddaki bu ihtiyatların bünye tarafından kullanılma hâdisesi, gaybâşina olan lisan-ı nübüvvete Rab Teâlâ'nın yedirip içirmesi olarak ifâdeye dökülmüş bulunmaktadır. Hadisi, islâm âlimlerinin izahı da şöyle: "Yani, yeme içme yerine geçecek bir şeyle Allah hastaya imdâd eder, açlık ve susuzluk elemine karşı sabırla rızıklandırır. Nitekim, gerçekte hayat ve kuvvet Allah'tandır, ne yiyecekten, ne içecekten ne de sıhhatten." el-Kâdı'nin izahı da şöyle: "Allah, hastaların kuvvetlerini hıfzeder, yeme ve içmenin ruhun muhâfazası ve bedenin kıvamını bulması için hâsıl ettiği fâideler sağlayacak şeyle onlara imdâd eder..."


Pek muhterem hocamız Prof.Dr.İbrahim Canan 'ın Kütüb-ü Sitte tercümesinden ve açıklmasından alınmıştır.  Allah rahmet eylesin, makamını cennet eylesin.

SELAM VE SELAMLAŞMAK İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

İslam Dini insanlar arasında bulunan ilişkilerin doğru bir şekilde ilerlemesi, insanların günlük hayatlarında birbirlerinin sıkıntıların gidermesi, birlik ve beraberlik içerisinde bir yaşam sürdürülebilmesi için bazı ilkeler getirmiştir. Bu ilkeleri Efendimizin bildirmiş olduğu hadislere dayanarak şöyle maddeleştirebiliriz. 

1.Hasta olanın ziyaretine gitmek

2.Ölümle karşılaşmış olan kardeşimizin cenazesine iştirak etmek

3.Aksıran için hayırlar (Yerhamükellah) dilemek

4.Maddi-manevi ve bedeni alanda zayıf olan kardeşimize yardım etmek

5.Mazluma yardım etmek

6.Selam vermek ve selamı yaygın hale getirmek

7.Yemin ettiğimiz zaman yeminizi yerine getirmek[1]

Yukarıda saymış olduğumuz prensipler içerisinde selamlaşmak ve selamı yaygın hale getirmekte mevcuttur. Selam müminlerin birbirleri ile karşılaştıklarında, "es-selâmü aleyküm" ve "selâmun aleyküm" cümleleriyle birbirlerine dua etmelerine denir. Bu kullanımda selâmın anlamı, "Allah seni esenliğe kavuştursun" demektir.[2] Selam ve selamlaşmak Yüce Rabbimizin bizlere Kuran-ı Kerimde emretmiş olduğu ilkeler arasındadır. Ayette şöyle buyrulmaktadır.

وَإِذَا حُيِّيْتُم بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّواْ بِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيباً

“Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selamla karşılık verin. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.”[3] Bu ayete istinaden alimler Selâm vermenin sünnet, selam almanın ise farz olduğuna dair görüş birliği yapmışlardır.

Selam birbirlerini tanıyanlar arasında muhabbeti artırıcı bir özelliği olmasının yanı sıra, birbirlerini tanımayan insanların ise birbirlerine karşı muhabbet beslemelerine sebep olmaktadır. Selam verilmek suretiyle bireyler arasında sevgi meydana gelmektedir. Selamlaşmak dostluğun, birlikteliğin başlangıcıdır. Selamlaşmak sevgiyi, sevgi kardeşliği, kardeşlik birlik ve beraberliği doğurur. Müminlerin birbirlerini sevmesi ise İmanın alametidir. Peygamber Efendimizin bir hadisini sizlerle paylaşmak isterim.

لا تَدْخُلُوا الجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلا تُؤمِنوا حَتى تحَابُّوا ، أَوَلا أدُلُّكُمْ عَلَى شَئٍ إذا فَعَلْتُمُوهُ تَحاَبَبْتُم ؟ أفْشُوا السَّلام بَيْنَكُم

“Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.”[4]

Selam sadece dış hayatta birlikte yaşadığımız insanlar için değil aile fertleri içinde bir hoş ve esenlik ifadesidir. Yüce Rabbimiz evlerimize girdiğimiz zaman aile fertlerimize selam vermemizin gerekliliğini bizlere şöyle bildirmektedir.

فَإِذَا دَخَلْتُم بُيُوتاً فَسَلِّمُوا عَلَى أَنفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِّنْ عِندِ اللَّهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةً كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُون

“… Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selam verin. İşte Allah, düşünesiniz diye âyetleri size böyle açıklar.”[5] Resul-ü Ekrem Efendimizden aktarılan bir hadiste ise ev halkına selam vermenin kişiye sağlayacağı kazanç şöyledir. “Yavrucuğum! Kendi ailenin yanına girdiğinde onlara selâm ver ki, sana ve ev halkına bereket olsun”[6]

Selam sadece dünya hayatının değil cennet hayatının da esenlik ifadesidir. Kur’an-ı Kerimde cennette meleklerin inananlara, inananların birbirlerine selam verecekleri bizlere şöyle bildirilmektedir. “Rablerine karşı gelmekten sakınanlar da grup grup cennete sevk edilirler. Cennete vardıklarında oranın kapıları açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle der: “Size selam olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi ebedi kalmak üzere buraya girin.”[7], “İnanan ve salih ameller işleyenler, Rablerinin izniyle, ebedi kalacakları ve içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır. Oradaki esenlik dilekleri “selam” dır.”[8]

İslam dini insanlar için ne yararlı ise onu emretmiş, nelerde zararlı ise insan hayatından çıkartılmak üzere yasak kapsamına almıştır. Müslümanlara emredilen selamlaşmanın yine insanlara faydası vardır. Selam öncelikle mütevaziliğin adıdır. İnsanların gönlünü kazanmanın en temel basamağıdır. Sevginin yerleşmesine vesiledir. İnsanların birbirlerinden güven içerisinde olmalarına bir sebeptir. Selam vermek Efendimizden bizlere aktarılan birçok hadislerinde teşvik edilen hususlardan olmuştur. Efendimize sorulan ve muhataba göre cevap bulan hadislerinden birinde Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır.

Bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

– İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu? Resûl-i Ekrem:

“Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu[9] Bir diğer hadislerinde ise Efendimiz, Selamın verilmesi neticesinde İnanalar arasında gerçekleştirilmiş olan kardeşlik bağının inşa edileceğini bizlere şöyle bildirmektedir. “Selâmı yayınız, fakir ve yoksulları doyurunuz, böylelikle Azîz ve Celîl olan Allah’ın size emrettiği şekilde kardeşler olunuz”[10]

Bugün bizlerin birbirine vermiş olduğumuz Selamın şekli İslam Diniyle ortaya çıkmış değildir. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde Selam’ın şeklinin Allah-u Teala tarafından Hz. Adem’e öğretildiğini şöyle bildirmektedir. “Allah Teâlâ Âdem sallallahu aleyhi ve sellem’i yaratınca ona:

– Git şu oturmakta olan meleklere selâm ver ve senin selâmına nasıl karşılık vereceklerini de güzelce dinle; çünkü senin ve senin çocuklarının selâmı o olacaktır, buyurdu. Âdem aleyhi’s-selâm meleklere:

– es-Selâmü aleyküm, dedi. Melekler:

– es-Selâmü aleyke ve rahmetullâh, karşılığını verdiler. Onun selâmına “ve rahmetu’l-lâh”ı ilâve ettiler.”[11] Hadis-i Şeriften şunu anlıyoruz ki, Yüce Allah’ın göndermiş olduğu bütün dinlerde selam ve selamlaşma vardır.

Selam vermenin şeklini ve selam verme neticesinde bizlere verilecek olan müjdeleri yine Peygamberimizden öğrenmekteyiz. Bizlere kadar ulaşan bir hadis-i şerifte şu olay anlatılmaktadır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve:

– es-Selâmü aleyküm, dedi. Hz.Peygamber onun selâmına aynı şekilde karşılık verdikten sonra adam oturdu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

– “On sevap kazandı” buyurdu. Sonra bir başka adam geldi, o da:

– es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah, dedi. Peygamberimiz ona da verdiği selâmın aynıyla mukâbelede bulundu. O kişi de yerine oturdu. Hz.Peygamber:

– “Yirmi sevap kazandı” buyurdu. Daha sonra bir başka adam geldi ve:

– es-Selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh, dedi. Hz.Peygamber o kişiye de selâmının aynıyla karşılık verdi. O kişi de yerine oturdu. Efendimiz:

– “Otuz sevap kazandı” buyurdular.[12]

Selam vermenin de bir adabı vardır. Bu adaplar şunlardır: Yürüyenin oturana, binitlinin yayaya, küçüğün büyüğe selâm vermesi gerekir. Hutbede, yüksek sesle Kur'ân okurken, ders okuturken, ezan ve kamet esnasında selâma cevap verilmez. Tuvalet ve banyo gibi yerlerde bulunan kimselerle içki ve kumar gibi bir günahı işlemekte olan kimseye bu günahı işlediği esnada selâm verilmesi uygun değildir. Efendimizden selam adabıyla ilgili gelen hadislerde şöyle buyrulmaktadır. “Binitli olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan çok olana selâm verir.”[13] “Sizden biriniz din kardeşine rastladığında ona selâm versin. Eğer ikisinin arasına ağaç, duvar ve taş girer de tekrar karşılaşırlarsa, tekrar selâm versin.”[14] “Sizden biriniz bir meclise vardığında selâm versin. Oturduğu meclisten kalkmak istediği zaman da selâm versin. Önce verdiği selâm, sonraki selâmından daha üstün değildir.”[15]

Selam büyüklere verildiği gibi küçüklere de verilmelidir. Çünkü Efendimiz böyle yapmıştır. Ashaptan Hz. Enes çocuklara rastladığı zaman kendilerine selam verirdi ve Peygamber Efendimizin (s.a.s.) çocuklara selam verdiğini insanlara bildirirdi.[16]

Şu ana kadar yapmış olduğumuz hususları şu başlıklar altında özetleyerek vaazımızı sonlandıralım.

-Selam, Yüce Rabbimizin bizlere emrettiği, Sevgili Peygamberimizin teşvik ettiği bir husustur. Selamı vermek sünnet almak ise farzdır.

-Selam Peygamber Efendimizin emrettiği ve bizlerinde Müslüman kardeşlerimize karşı yapmamız gereken görevler arasındadır.

-Selam Yüce Allah’ın kulları için göndermiş olduğu bütün dinlerde mevcuttur.

-Selam, insanlar arasında bulunan sevgiyi, muhabbeti, dostluğu artırır.

-Selam aile fertleri arazındaki ülfet ve muhabbetin artmasına vesile olur.

-Selam, büyüklere verildiği gibi çocuklara da verilir.

-Selam vermenin bir adabı vardır.

-Selam vermek ve almak suretiyle sevap elde ederiz.

-Selam, toplum hayatında birlik ve beraberliğimiz kuvvetlendirmektedir.

Yüce Rabbimiz bizleri birbirlerini sevenlerden, birbirlerini sevmek, dostluk kurmak, muhabbeti artırmak için güzel işlerle meşgul olanlardan eylesin. Geceniz mübarek olsun. Allah’a emanet olun.

Ahmet ÜNAL / Vaiz

[1] Buhârî, Mezâlim 5                                                       [9] Buhârî, Îmân 20

[2] Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB yayınları “Selam” md.  
[10] İbni Mâce, Et’ıme, 1

[3] Nisa, 4/86                                                                   
[11] Buhârî, Enbiya, 1 

[4] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 849                                
[12] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 852

[5] Nur, 24/61                                                                  
[13] Müslim, Selâm 1

[6] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 863                                
[14] Ebu Davut, Edep, 135 

[7] Zümer, 39/73                                                             
[15] Ebu Davut, Edep, 139

[8] İbrahim, 14/23                                                           
[16] Müslim, Selâm 15 

22 Aralık 2012 Cumartesi

ÜSTÜNLÜK SADECE TAKVADADIR

Muhterem mü’minler !

Cenab-ı Hak, insanı en güzel şekilde yaratmış, her insana ayrı bir özellik vermiştir. İnsanların renkleri, dilleri, sosyal ve ekonomik durumları farklılık göstermektedir.

Bu farklılıkların asla üstünlük sebebi olmadığı, üstünlüğün ancak takvada olduğu hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimede şöyle bildirilmiştir: “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık, ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.” (1)

Yine bu hususta Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) Veda Hutbesinde: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Hepiniz Adem’densiniz, Adem ise; topraktan yaratılmıştır. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten sakınanınızdır. Arab’ın Arab olmayana, hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.” (2) buyurmuştur.

Takva; Allah’a karşı gelmekten, dünya ve ahirette insana zarar verecek inanç, söz ve davranışlardan, günahlardan sakınmak anlamına gelir. (3)Yüce Allah, Al-i İmran Suresi 102. ayetinde; “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün.” (4) buyurmaktadır.

Takva sahibi kimseye muttaki denir. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de muttakiler övülmüş, muttakilerin özelliklerinden şöyle bahsedilmiştir: “…yakınlara, yetimlere yoksullara, yolda kalmışlara, sevdiği maldan harcamak, namaz kılmak, zekat vermek, anlaşma yaptığı zaman sözünü yerine getirmek, sıkıntı ve hastalık zamanlarında sabretmek, Allah’a ve Resulüne itaat etmek, bollukta ve darlıkta Allah için harcamak; öfkelerini yutmak ve insanları affetmek, Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tövbe istiğfar etmek, işlediği günahta bile bile ısrar etmemektir.” (5)

Allah’ın rızası ve dünya-ahiret mutluluğu, ancak takva ile mümkündür. Takva ve Allah sevgisi olmayan yerde gerçek huzur ve mutluluğu bulmak mümkün değildir. Gerçek huzur ve mutluluk için kalplere takva ve Allah sevgisini yerleştirelim. Her zaman ve her yerde Allah’a isyan etmekten uzak duralım. Diğer insanların hak ve hukukuna da saygılı olalım. Mal varlığımızla, fiziki güzelliğimizle, dünyevi imkanlarımızla böbürlenip, insanları küçümsemeyelim. Bunlar hiçbir zaman üstünlük vesilesi değildir. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: “Allah, sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. O, sadece sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.” (6)

Hutbemi ayet-i kerime mealleri ile bitiriyorum:
“…Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar. O’nu beklemediği yerden rızıklandırır.” (7)
“…İyilik ve Allah’ın yasaklarından sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın…” (8)

__________________________________________________ ____________________________________
Hazırlayan: İrfan GÜREL
Ankara İl Vaizi
1. Hucurat, 49/13
2. Prof.Dr. İ. Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s391
3. Dini Kavramlar Sözlüğü, Diy.Yay.bak.ittika mad.
4. Al-i İmran , 3/102
5. Örneklerle Peygamberimiz, Prof. Dr.A.ÇETİN, s:187
6. Müslim, Birr, 34; İbn-i Mace, Zühd, 9
7. Talak, 65/2,3
8. Maide, 5/2

15 Aralık 2012 Cumartesi

İSLAMDA BİRLİK VE BERABERLİK (Ayet ve Hadislerle)

İslam dinini tebliğe memur olan Hz. Peygamber (s.a.v.), bir yandan iman esaslarını gönüllere nakşederken, diğer yandan da bu akide etrafında toplanan ırkları, ülkeleri, renkleri ve dilleri farklı insanları, “din kardeşliği” adı altında birleştirip kaynaştırmıştır. Bunun en canlı örneği de hicretin ilk yıllarında Mekke’den hicret ederek gelen Muhâcirler ile Medine’nin yerlisi Ensâr arasında gerçekleştirdiği kardeşliktir. Bu özel kardeşlik; her türlü maddi ve manevi yardımı, birbirlerini koruyup gözetmeyi içine alıyordu.
Dinimizin bir kısım emirleri müslümanlar arasında birliği sağlamağa yöneliktir. Tek Allah'a inanan müslümanların kitabı bir, Peygamberi bir, kıblesi birdir. Her gün beş kere camide cemaatle namaz kılan ve bir araya gelen müslümanlar, birlik olmanın huzurunu duyarlar. Cuma ve bayram namazları da böyledir. Hac ibadeti ise İslâm birliğinin ve kardeşliğinin evrensel tezahürüdür.
Bir toplumda, zengin-fakir, amir-memur, işçi-işveren, bilen-bilmeyen, kısacası tüm fertler kardeşlik bilinciyle yardımlaşma ve dayanışma içerisinde olduğunda, Yüce Allah’ın yardımına mazhar olacakları unutulmamalıdır. Dinimiz, kardeşlik duygularını pekiştirecek nice mesajlar içermektedir. Kur’an-ı Kerim’de: “Müminler ancak kardeştirler,”[1] Hepiniz birden Allah'ın ipine (İslâm'a) sarılın, asla ayrılmayın, bölünüp parçalanmayın"[2] buyurulmuştur. Sevgili Peygamberimiz de: "Hiçbiriniz, kendisi için arzu ettiği şeyi kardeşi için de arzu etmedikçe iman etmiş olmaz[3] hadis-i şerifiyle, toplum dayanışmasının gereğini en güzel şekilde ortaya koymuşlardır. Yine bir hadislerinde Resul-i Ekrem efendimiz (sav), İslam kardeşliğini şöyle ifade etmektedirler: “Müslüman Müslüman’ın Kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu tehlikeye atmaz. Her kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslüman’ın sıkıntısını giderirse, Allah da o kimseden Kıyamet gününün bir sıkıntısını giderir. Her kim bir Müslüman’ın kusurunu örterse, Allah da Kıyamet gününde onun kusurunu örter.”[4]

Millî Şairimiz Mehmet Akif ERSOY’un ifadesiyle:
“Girmeden bir millete tefrika, düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”

Şu halde, Allah’ın varlığına ve birliğine iman eden, kitaplara, peygamberlere, meleklere inanan Müslümanlar, İslam esasları etrafında birleşmeli ve asla bölünüp parçalanmamalıdır. Nitekim Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de bu hususu ifade etmek üzere şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ve Rasulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin, sonra gevşersiniz ve gücünüz, elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”[5]

Allah, birliğimizi-dirliğimizi dâim eylesin.

Serdar ŞAHİNOĞLU
Gamame Cami İmam-Hatibi/Ümraniye/İstanbul



[1] Hucurat, 49/10
[2] Âl-i İmrân, 3/103
[3] Buhârî, İmân, 7
[4] Müslim, Birr 15.
[5] Enfal, 8/46

ALLAH SEVGİSİ (AYET VE HADİSLERLE)


Gördüğümüz ve göremediğimiz varlık alemi Yüce Rabbimizin eseridir. Çevremizdeki canlı ve cansız her şey O’nundur ve bize O’nu anlatır. Her şey ancak O’nunla anlam kazanır. Göklerin ve yerin yaratıcısı O'dur.[1]Yeryüzünde ve göklerde olan her şeyi hizmetimize sunan O’dur. Verdiği nimetleri saymaya kalksak bitiremeyiz.[2] Bütün bunların karşılığında bizden istenen ise yalnızca O’na kulluğumuzu ve şükranımızı arzetmektir. O’nu her şeyden çok sevip, O’na bağlanmak ve O’na itaat etmektir.

Kulluğun başlangıcı marifettir. Allah’ı tanıyıp, O’nu sevmek ve yalnızca O’na kulluk etmektir,
Allah’ı sevmenin dışa yansıması, Peygamber’i vasıtasıyla bildirdiği hak din İslam’ı kabul etmektir. Allah’a ve Peygamber’ine itaat etmektir. Varlıkta da darlıkta da Allah’a isyan etmemek,  ihtiyaç ve isteklerini yalnız O’na arz etmektir. O’nun sevdiklerini sevmek, sevmediklerinden uzak durmaktır, sevdiğini Allah için sevmektir.
Bu hususta Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Üç  özellik vardır, ki bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını alır:  Allah ve Resûlünü her şeyden fazla sevmek. Sevdiğini yalnızca Allah için sevmek. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.[3]
Allah sevgisini geliştirecek davranışların başında farz ibadetler gelir. Bunları nâfileler takip eder. Bir hadis-i kudsîde şöyle buyurulmuştur: "Kulum, bana en iyi farz ibadetlerle yaklaşır. Nâfile ibadetlerle bu yakınlaşmasını sürdürür. Nihayet ben onu severim. Sevince de (adeta) onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse mutlaka veririm, bana sığınırsa, onu kesinlikle korurum.”[4]
Kişiyi Allah’a yaklaştıran bir diğer yol, Peygamber’i sevip,  sünnetine tabi olmaktır. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”[5]
Hutbemizi bir ayet-i kerime mealiyle bitiriyorum: “De ki: «Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, aşiretiniz, ele geçirdiğiniz mallar, kesat olup gitmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler size Allah ve peygamberinden ve onun yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah öyle fasıklar güruhunu doğru yola erdirmez.[6]
Allah cümlemizi kendisini seven, kendi sevgisine lâyık olan kullarından eylesin.

Kamil ABDULLAHOĞLU
Bağcılar Vaizi



[1] Mülk, 3
[2] İbrahim, 32-34.
[3] Buhârî, Îmân 9,
[4] Buhari, Rikak, 38
[5] Al-i İmran,31
[6] Tevbe, 24.

13 Aralık 2012 Perşembe

Kişinin Ölümü Kendi Kıyametidir

Bilim adamları toplanarak 50 sene sonra,
Dünyanın yok olacağını haber verselerdi,
Birde bu haberlerini kesin delillerle,
Şüphe götürmeyecek şekilde ispatlasalardı,

Herhalde dünyaya karşı olan şiddetli aşkımız,
Bir anda söner, kaybolurdu.


Hatta birçoğumuz “Madem 50 sene sonra dünya yok olacak,
Çalışıp ta ne yapayım “Diyerek dükkânlarını bile açmazlardı.
Açanlarda zengin olmak gayesiyle değil,
Sadece zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için açardı.

Hâlbuki bizim kıyametimiz olan küçük kıyamet,
Yani ölüm belki de 50 sene olmadan başımıza kopacak.
Biz öldükten sonra dünyanın yaşamasının ne Önemi var ki,
Yoksa biz dünyanın kıyametinden korkuyoruz da,

Kendi kıyametimiz Olan Ölümden Korkmuyor muyuz? ^


Hem Hadis-i Şerif'te Resulullah(a.s.m) buyuruyor ki:

"Akıllı kimse, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır." [Tirmizi]

12 Aralık 2012 Çarşamba

MÜ’MİNLERİN ÖZELLİKLERİ (AYET VE HADİSLERLE)

İnsanın yaratılış gayesi, Allah’ın varlığına, birliğine tereddütsüz inanmak ve O’na kulluk etmektir. Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli sûrelerinde mü’minlerin özellikleri anlatılır. Bu konuda sizlere Kur’ân-ı Kerîm’den birkaç örnek sunmaya çalışacağız. Bakara Sûresi’nin ilk âyetlerinde mü’minler, şöyle anlatılır: “Onlar gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar. Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de iman ederler. Âhirete de kesin olarak inanırlar.”[1] 
Mü’minûn Sûresi’nde, kurtuluşa eren mü’minlerin ibadetlerinden, ahlâkî davranışlarından, namus anlayışlarından, emanete riayetlerinden ve verdiklere sözlere gösterdikleri bağlılıklarından şöyle söz edilir: “Mü’minler gerçekten kurutuluşa ermişlerdir. Onlar, namazlarında derin saygı içindedirler. Faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler. Zekatı verirler. İffetlerini korurlar. Emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler. Onlar, namazlarını kılmaya devam ederler.”[2] 
Nûr Sûresi’nde, ticarî faaliyetlerin ve günlük meşguliyetlerin, mü’minleri, Allah’ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymaması gerektiği ise şöyle anlatılır: “Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin, kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden (âhiretten) korkarlar.”[3] 


Furkân Sûresi’nde, mü’minlerin, temiz bir toplumun oluşmasında gayet önemli bir yer tutan prensiplere bağlılığı anlatılır. Onların, ekonomik ve toplumsal hayatta sergiledikleri güzel davranışlara önemle vurgu yapılır. Bu konuda Yüce Rabbimiz mü’minleri şöyle metheder: “Rahman’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) “selâm!” (selametle) der (geçer)ler. Gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyama durarak geçirirler. Ve şöyle derler: Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır, gerçekten onun azabı gelip geçici değil, devamlıdır. Orası cidden ne kötü bir yerleşme ve ikamet yeridir! Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler, ikisi arasında orta bir yol tutarlar. Yine onlar, Allah ile beraber başka bir ilaha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Onlar, yalan şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir. Onlar, kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.”[4] 

Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve artık Faizin peşini bırakın, eğer gerçekten Müminler iseniz. (Bakara Suresi 278)

Değerli Kardeşlerim! 
Peygamberimiz’in mü’minlerin özellikleri hakkındaki hadisleriyle hutbemi tamamlamak istiyorum: “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez; onu tehlikeye atmaz…”[5] “Mü’min’de şu iki haslet bulunmaz: Cimrilik ve kötü huy.” [6] “Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların emin olduğu kimsedir.”[7] 

"Mümin müminin kardeşidir. Nerede rastlarsa onu toparlar ve arkasından korur." (Kaynak: Ramuz, 230, 8.)

"Mümin, ayıplamaz, lanet etmez, fahiş söz söylemez" [Kaynak: Tirmizi]
___________________ 

[1] Bakara, 2/3-5
[2] Mü’minûn, 23/1-9. 
[3] Nûr, 24/37. 
[4] Furkân, 25/63-73. 
[5] Buhârî, Sahîh, “Mezâlim”, 3; Müslim, Sahîh, “Birr”, 58. 
[6] Tirmizî, Sünen, “Birr”, 41. 
[7] Buhârî, Sahîh, “İmân”, 3; Müslim, Sahîh, “İmân”, 58. 

Dr. Kerim Buladı /
Zeytinburnu Vâizi

9 Aralık 2012 Pazar

ŞERİAT İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

ŞERİÂT” kelimesinin manası : Kanun ve cadde manalarına gelmektedir…
Şarî’de: Kanun koyucu demektir. Yani ALLAH’u Teâlâ esas kanun koyucudur.  

Kur'an da:
(...)Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanlar, netice olarak dünya hayatında perişanlıktan başka ne kazanırlar, kıyamet gününde de en şiddetli azaba uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
Bunlar ahireti, dünya hayatına satmış kimselerdir. Onun için bunlardan azap hafifletilmez ve kendilerine bir yerden yardım da gelmez.
(
Bakara Suresi85-86)

“Bundan sonra seni emirden olan bir şeriât ile vazifelendirdik”(Casiye/18)buyrulmaktadır…

Arapça okumayı bilenler bakarlarsa şeriât kelimesinin aynen (yani aynen bu lafızla) Ayeti Celilede geçtiğini göreceklerdir… Istılahtaki manası ise Dinde ALLAH’u Teâlâ nın koymuş olduğu kanunlara şeriât denir….
İSLÂM’da hükümler yasaklar helallar haramlar hepsi şeriâttır. Namaz kılma oruç tutmak zekat vermek zikretmek v.s. bunların hepsi şeriâttır. Namaz kılmak Eğer Allah’ın emriyse kulu için koyduğu bir kuralsa bunun adına Şeriat demekde caizdir.
Dolayısıyla bir insan “kahrolsun şeriât” dediğinde o anda kafir olur. Halbuki bu sözü söyleyen kişi yemek yapmaya başlarken Besmele çekse bu şeriâttır ya da ALLAH’ı (جل جلاله) zikretse oda şeriâttır.
Şeriâtin manasını bilmediğinden küfretmekte ama kendisi birçok hareketiyle şeriatı aliyyeyi yerine getirmektedir…(Kişi bilmediğinin düşmanıdır denmiştir.)

- Diğer Ayetler:

Maide Suresi 44 - (...) insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.

Araf Suresi3 - (Ey insanlar) Rabbinizden, size indirilene uyun ve O'ndan başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
Casiye Suresi18 - Sonra (Ey Muhammed) seni din hususunda apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin hevâ ve heveslerine uyma.

Şûra Suresi10 - Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah'a aittir. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben yalnız O'na güvendim ve yalnız O'na yöneliyorum.

13 - Allah dinden Nuh'a tavsiye buyurduğu şeyi sizin için de bir kanun yaptı ve (Ey Muhammed!) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiyebuyurduğumuzu da şeriat kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.

21 - Yoksa Allah'ın izin vermediği bir şeyi, dinde onlara şeriat kılacak ortakları mı var? Şayet kesin söz bulunmayacak olsaydı; aralarında derhal hüküm verilirdi. Doğrusu zalimlere elim bir azab vardır.
Al-i Imran Suresi23 - Kendilerine Kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? Aralarında Allah'ın Kitabı hükmetsin diye çağrılıyorlar da onlardan bir bölümü yüz çeviriyor. Onlar işte böyle arka dönenlerdir. 

154 - Sonra o gamın ardından üzerinize bir emniyet, hafif bir uyku indirdi ki, sizden bir zümreyi örtüp kaplayıverdi. Sizden bir tâifeyi de nefisleri kaygıya düşürmüştü. Allah Teâlâ'ya karşı cahiliye zannı gibi hakka muhalif bir zanda bulunuyorlardı. Diyorlardı ki: «Bize bu emirden bir şey var mıdır?» De ki: «Şüphesiz emrin hepsi de Allah'ındır.» (...)



Nisa Suresi59 - Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.

60 - Şunları görmüyor musun? Kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürüyorlar da tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Şeytan da onları bir daha dönemeyecekleri kadar iyice sapıklığa düşürmek istiyor.

61 - Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve Peygambere gelin!" denince, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.

62 - Ya nasıl, elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felaket gelince, hemen sana geldiler de: "Biz sadece iyilik etmek ve arayı bulmak istedik." diye Allah'a yemin ediyorlar.

63 - Onlar, Allah'ın kalblerindekini bildiği kimselerdir; Onlara aldırma, onlara öğüt ver ve onların içlerine tesir edecek güzel söz söyle!

64 - Biz hangi peygamberi gönderdikse, sırf Allah'ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan günahlarının bağışlanmasını dileselerdi ve Resul de onların bağışlanmasını dileseydi, elbette Allah'ı affedici, merhametli bulurlardı.

65 - Hayır! Rabbine andolsun ki iş bildikleri gibi değil, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.

105 - Biz sana Kitab (Kur'ân)ı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma!
48 - Sana da (ey Muhammed) geçmiş kitapları tasdik eden ve onları kollayıp koruyan Kitab (Kur'ân)ı hak ile indirdik. Onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet.Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma. Biz, herbiriniz için bir şeriat ve yol belirledik. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi denemek istedi. Öyleyse iyiliklere koşun. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verir.
49 - Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın. Eğer Allah'ın hükmünden yüzçevirirlerse, bil ki Allah, bir kısım günahları sebebiyle onları musibete uğratmak istiyor. Muhakkak ki insanların çoğu yoldan çıkanlardır.

50 - Yoksa cahiliyye hükmünü mü arıyorlar? kesinlikle bilen bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?

Yusuf Suresi40 - "Sizin Allah'ı bırakıp da o taptıklarınız, sizin ve ATA'larınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız için Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah'a aittir: O, size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler."
En'am Suresi153 - İşte benim doğru yolum budur; ona uyun. Sizi O'nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın. (Azabından) korunmanız için Allah size böyle tavsiye etmiştir.

154 - Sonra iyilik edenlere (nimetimizi) tamamlamak, her şeyi açıklamak ve doğru yola iletici ve rahmet olmak üzere Musa'ya Kitab'ı verdik ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına inansınlar.

155 - İşte bu (Kur'ân) da mübarek bir Kitap'tır. Onu biz indirdik. Ona uyun ve Allah'tan korkun ki, size rahmet edilsin.

156 - (Onu size indirdik ki: ) "Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa (yahudi ve hıristiyanlara) indirildi; biz ise, onların okumasından habersizdik (o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk)" demeyesiniz.
Bakara Suresi170 - Onlara: "Allah'ın indirdiğine uyun." dendiği vakit de: "Yok, ATA'larımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız." dediler. Ya ATA'ları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar?

213 - İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir.
Sa'd Suresi26 - Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında hak ile hüküm ver. Keyfe, arzuya uyma ki, seni Allah yolundan saptırmasın. Çünkü Allah yolundan sapanlar, hesap gününü unuttukları için kendilerine çok şiddetli bir azab vardır.

Nur Suresi55 - Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi, kendilerini de yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve geçirdikleri korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağnı vaad etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler. Hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkarlardır.

Ahzap Suresi36 - Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne âşi olursa açık bir sapıklık etmiş olur. 

Nahl Suresi17 - Hiç yaratan (Allah), yaratmayan (putlar) gibi olur mu? Artık siz düşünmez misiniz?

- Hadis-i Şerif'ler:
“Kim Bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur; kim Bana isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur. Kim Benim emîrime itaat ederse Bana itaat etmiş; kim de Benim emîrime isyan ederse Bana isyan etmiş olur.” (Buhârî, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 33; Nesâî, Bey’at 26)

**********
“Dinleyin ve itaat edin! Üzerinize tâyin olunan vâli/yönetici, başı siyah kuru üzüm gibi Habeş'li bir köle olsa bile, sizin aranızda Allah'ın kitabını uyguladığı müddetçe dinleyin ve itaat edin.”(Buhârî, Ahkâm 4; Müslim, İmâre 37; Nesâî, Bey’at 27)

**********
“Müslüman bir kimseye, kendisine ma’siyet (Allah’a isyan, günah hususlar) emredilmediği müddetçe, hoşlandığı ve hoşlanmadığı (her) hususta (İslâm devleti yöneticisini) dinleyip ona itaat etmesi gerekir. Eğer ma’siyet emredilirse, ne dinlemek vardır, ne de itaat!” 

(Buhârî, Ahkâm 4; Müslim, İmâre 38, hadis no: 1839; Tirmizî, Cihad 29, hadis no: 707; Ebû Dâvud, Cihad 96; Nesâî, Bey’at 34; İbn Mâce, Cihad 40, hadis no: 2864; Ahmed bin Hanbel, 6/111)

**********
"Allah'a isyan konusunda yaratılmışlara itaat edilmez." (Müslim, İmâre 38, hadis no: 1839)

**********
“Müslüman bir halka, Allah’ın görüp gözetmek üzere idâreci kıldığı hiçbir kul yoktur ki, onları aldatıp (zulmetmiş) olduğu halde ölürse muhakkak Allah ona cenneti haram etmiş olmasın.”(Buhârî, Ahkâm 8)

********** 
“İslâm'ın tutunulması gereken kulpları (yapılması gereken emirleri) tek tek çözülecek; her bir kulp koptukça insanlar önlerindekilere benzeyecekler. O kulpların ilki hüküm(hâkimiyetin Allah’ın olması, Kur’an'la hükmedilmesi), sonuncusu da namazdır.”

(Ahmed bin Hanbel, 5/251; İbn Hibban, Sahih, hadis no: 257; Hâkim, el-Müstedrek, 4/92)

**********
Hz. Peygamber’e “cihadın hangisi efdaldir?” diye sorulunca: “Zâlim sultana (idareciye) karşı hakkı söylemektir.”

(Ahmed bin Hanbel, 5/251; İbn Mâce, Fiten 20, hadis no: 4011-4012; Tirmizî, Fiten 13, hadis no: 2175; Ebû Dâvud, Melâhim 17)

**********
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurdu:
"Dikkat edin İslam bir dairedir. Döndüğü müddetçe siz de kitapla(Kuran/Sünnet) beraber o dairenin içinde dönünüz. Dikkat edin, kitap ile sultanlık (din ve devlet işleri) birbirinden ayrılacak. Dikkat edin, onlar (bizden olmayanlar olsa gerek) sizin başınıza emir (idareci) olacak. Sizin aleyhinize olan, kendilerinin lehine olan şekildehükmedecekler.

Eğer onları dinlemezseniz sizi öldürecekler, itaat ederseniz sizi sapıtacaklar. Onlara karşı Meryem oğlu İsa (aleyhisselam)'ın arkadaşlarının davrandığı gibi davranın. Onlar ki testerelerle biçildiler, çarmıha gerildiler ama yine de davalarından vazgeçmediler.

Allah'a itaat ederek ölüm, Allah'a isyan ederek yaşamaktan daha hayırlıdır."
(Hadis alimlerinden İmam Taberani Mu'cemu'l Kebir, Mu'cemu's Sağir ve Şamiin isimli eserlerinde rivayet etti.)

29 Kasım 2012 Perşembe

KUL HAKKI (Ayet ve Hadis-i Şeriflerle)

İnsanlar arasındaki bütün bu ilişkiler, “fertlerin karşılıklı hakları” içerisinde yer almaktadır. Ana-baba, evlat, eş, komşu, akraba, arkadaş, işçi-işveren hakları, zulmedilen ile mazlumun karşılıklı hakları gibi.

Değerli Mü’minler!
Bir gün bu fani hayat son bulacak, gerçek hayat dediğimiz Ahiret hayatı başlayacak ve herkes dünyadaki hayatından hesaba çekilecektir. Akıllı ve basiretli insan; Allah’a ve O’nun kullarına karşı vazifelerini yapan, hak ve hukuka saygı gösterip, hesap gününe borçsuz ve günahsız olarak gitmeye çalışandır. Şu gerçek hiçbir zaman unutulmamalıdır: Kim iyilik ve kötülük olarak ne yapmışsa; mutlaka karşılığını görecektir. Nitekim Cenâbı Hak, Kur’an-ı Kerim’inde “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı kötülük işlerse, onu görür”(1) buyurmaktadır. 

Sevgili Peygamberimiz(a.s.m) ise; “Bir kimsenin diğer bir kimsenin haysiyetine, yahut malına tecavüzden dolayı üzerinde bir hak bulunursa, altın ve gümüşün geçmediği hesap günü gelmeden helalleşsin. Aksi takdirde, yaptığı haksızlık ölçüsünde, iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa, hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yüklenir”(2) buyurmaktadır.
 
Şu halde diyebiliriz ki; Müslüman, kul haklarına son derece titizlik göstermelidir. Bilerek veya bilmeyerek başkalarının hakkını alan kimse, o hakkı ödemek ve helalleşmek suretiyle kendisini kurtarmaya çalışmalıdır. Haksızlık edip de, hak sahibine hakkını vermeyenler; Ahirette pişmanlık duyacaklar ve çetin bir azaba uğrayacaklardır. 

Herkesin hak ve hukukuna saygılı olalım. Kul hakkıyla Allah’ın huzuruna çıkmaktan sakınalım. Kul hakkını, hak sahibi bağışlamadıkça Allah’ın bağışlamayacağını bilelim. Dünyadaki bir çok kötülük, kavga ve cinayetlerin, insanlar arasındaki huzursuzlukların, kul haklarına saygı göstermemekten meydana geldiğini unutmayalım.

(1)Zilzal, 7-8.

(2)Sahih-i Buhari, Tecrid Terc.C.7 S.375.

İSLAMDA KADIN HAKLARI (AYET VE HADİSLERLE)

Kur’an-ı Kerim’de; “Huzur bulmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratması, aranızda sevgi ve merhamet bağları oluşturması da Allah’ın varlığının delillerindendir. Gerçekten bunda düşünen bir toplum için alınacak dersler vardır”[1] buyrulmaktadır.

İslam’da eşler birbirlerine karşı yükümlü ve sorumlu kılınmışlardır. Ailede erkeğin kadına nasıl davranacağı konusunda Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır. “İmanı en olgun olan mü’min, ahlakça en güzel olandır. En hayırlınız da hanımına en güzel davranandır.”

Aile hayatı konusunda da en güzel örneği teşkil eden Peygamberimiz, hiçbir zaman hanımlarına sert muamelede bulunmamış ve onlara karşı daima iyi davranarak, şefkatle muamele etmiştir.

Kadınlar, Yüce Allah’ın bizlere birer emanetidir. Nitekim, Sevgili Peygamberimiz Veda Hutbesinde; “Kadınlar size Allah’ın bir emanetidir.”[2] buyurmuştur. Dolayısı ile bu emanete saygılı davranmak herkesin boynunun borcudur. 

İslamiyet, kadının toplumdaki yerini çok iyi ve sağlam bir şekilde belirlemiştir. Kadın, insan neslini doğuran ve yetiştiren muhterem bir varlıktır. Onun kalbi, sevgi ile nakış nakış işlenmelidir ki, çocuklarını o sevgiyle korusun, büyütsün ve topluma yararlı insanlar haline getirebilsin. Onun içindir ki evlat, hayatı tanımaya, akli ve ruhi melekelerinin gelişmeye başladığı çocukluk döneminde, sevgiye doyurulmalı, sağlıklı ve dengeli bir ruh yapısına kavuşturulmalıdır. Bu itibarla kadın ailenin ve dolayısıyla da toplumun temel taşıdır. Onun mükemmelliği, toplumun mükemmelliğini hazırlayacaktır.

Dinimiz, ana-babaya geleceğin anneleri olması bakımından; kız çocuğunun terbiyesi üzerine daha bir hassasiyetle ve sevgiyle eğilmeyi tavsiye etmektedir. Kız çocuğunu bakıp büyütüp, güzelce terbiye edene cennet, hem de cennette en güzel makam, Rasulullah’a (S.A.S.) komşu olma makamı va’ad edilmektedir.[3]

Aziz Müslümanlar!

İslam’da kadın, bazı kötü niyetlilerin iddia ettikleri gibi; kişiliği olmayan, bu sebeple de kocaya tabi olmak zorunda kalan, kendisini yönetmekten aciz, aklı bir şeye ermeyen bir varlık asla değildir. Bilakis, mehir isteme ve mülk edinme hakkına sahip şahsiyetli bir varlıktır. Evlilik müessesesinde erkeğin hayat arkadaşı olarak kabul edilmiştir. Bütün bu güvenceler karşısında, inançlı bir kadının aldığı insani ve dini terbiye; onun çocuğunu şefkatle emzirmesini de, evin işlerinde kocasına yardımcı olmayı da ona telkin eder. İslamiyet, kocasına itaat eden, geçim ehli bir hanımın, Allah’ın rızasına nail olacağını müjdeler ve ona layık olduğu değeri verir.

Yazımızı şu Ayet-i Kerime ile bitirelim: “Onlar sizin örtüleriniz, siz de onların örtülerisiniz. Onların sizin üzerinizde, sizin de onların üzerinde haklarınız vardır.”[4] buyurarak kadının erkekle karşılıklı sorumluluklarını beyan etmiştir.

Gerçek huzur ve saadet hiç şüphesiz ki Allah ve Rasulünün emir ve tavsiyelerine uymakla mümkün olacaktır.

[1] Rum Suresi 21

[2] Veda Hutbesi

[3] Riyasü’z Salihin C.1/270

[4] Bakara S. A.187 ve 228

28 Kasım 2012 Çarşamba

İSLAMDA EVLİLİĞİN ÖNEMİ (AYET VE HADİSLERLE)

Konu ile ilgili bir Hadis-i Şerif ile başlıyoruz.

"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Nikâh benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir. Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere karşı siz(in çokluğunuz) ile iftihar edeceğim. Kimin maddî imkanı varsa hemen evlensin. Kim maddî imkân bulamazsa (nafile) oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için şehveti kırıcıdır." (Kütub-ü Sitte ,6564))


Evlilikte, fert ve toplum için sayısız fayda ve iyilikler vardır. Bunlar dünya hayatının mutluluğu ile ebedî hayatı kazanmaya vesile olan ilâhî nimetlerdir. Evlenmek, insanı haramdan uzaklaştırır. Evlilik, ailenin temel taşıdır. Peygamberimiz (s.a.v.) onu tavsiye etmiş, evlenerek bizlere örnek olmuşlardır. Bu hususta: “Ey gençler topluluğu! Kimin gücü yeterse evlensin. Çünkü evlilik, gözü, (haramdan) sakındırır ve iffeti en iyi şekilde korur...”[1] buyurmuşlardır.

Diğer bir Hadis-i Şerif'te şöyle buyrulmuştur: "Birbirini sevenler için nikâh kadar güzel bir şey görülmemiştir." (Hadis-i Şerif | İbn Mace)
İnsan, hayatı boyunca yalnız yaşayabilen bir varlık değildir. İhtiyaçlarını karşılayabilmek için bir can yoldaşına muhtaçtır. Uyumlu bir eş, kadın için de, erkek için de, mutluluk ve güven kaynağıdır. Hayatın acı-tatlı günleri birlikte paylaşılır. 

Dünya ve ahiret saadeti, Allah’ın emirlerine, Sevgili Peygamberimizin tavsiyelerine uymakla kazanılır. Bu emir ve tavsiyelerden birisi de; bekarların evlenmesidir. Uyumlu bir evlilik her türlü fenalıktan, korunmaya vesile olur. 

İslam, evlenme akdi ile olan birleşmeyi sevgi, merhamet, huzur ve karşılıklı hoşgörü üzerine bina etmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp, aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.”[2] buyrulmuştur. 


Dinimiz evlenmeyi ve nikahlı yaşamayı teşvik ederken; geçinememek veya fakir düşmek endişesiyle evlenmemeyi de hoş görmemiştir. Kur'an-ı Kerim'de: “İçinizdeki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfü ile zenginleştirir. Allah lütfü bol olandır, bilendir.” (Nur suresi, 32. ayet)


Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Nur Sûresinde bekarların evlendirilmeleri tavsiye edilmiş; evlenen kişilerin fakir olsalar dahi evlenmeleri sebebiyle Allah’ın yardımıyla zenginleştirileceklerı beyan buyrulmuştur.

---------------

[1]Sahih-i Müslim Terc. C. 7. S.211 
[2] Rum Süresi Ayet /21

18 Kasım 2012 Pazar

DUANIN GÜCÜ

Maalesef bu sıralar "Dua etmekten başka birşey yapmıyoruz" veya "Elimizden dua etmekten başka bir şey gelmiyor." gibi hatalı veya eksik söylenmiş sözleri çokça işitiyoruz.  Halbuki bu tür düşünceler insanı ümitsizliğe götürür. Ayrıca Duanın mahiyetini tam bilmemenin sonuçları bu sözleri söyletir ve söyletiyor maalesef.

 Hadis-i Şerif'te;  Eğer siz ALLAH'ı hakkıyla tanısaydınız dualarınızla dağları yerinden oynatırdınız. (Hadis/Camius Sağir)

ve

Dua, müminin silahıdır ve dinin direğidir. Göklerin ve yerin nurudur. [Ramuz /13, 207] buyruluyor.

Ayrıca alttaki Hadis-i Şerif'in gösterdiği yol üzerine daima bir çaba içerisinde olmalıyız İnşAllah.

Sizden biriniz bir kötülük gördüğünde eliyle onu düzeltsin, şayet buna güç yetiremiyorsa lisanıyla, buna da güç yetiremiyorsa kalbiyle buğuz etsin buda imanın en zayıfıdır. [Müslim]

Selam ve Dua ile.

8 Kasım 2012 Perşembe

İslamda Akrabalık İlişkilerinin Önemi (Ayet ve Hadislerle)

İslam Dini’nin, üzerinde ısrarla durduğu ahlaki ve sosyal değerlerden biri de akrabalara saygılı olmak, onlara şefkat ve merhamet göstermektir. Yakın ve uzak akrabalarımızın her bir ferdine samimi bir sevgi beslemek ve ilgiyi kesmemek, dini ve ahlaki görevlerimizden birisidir. Zira, bir âyet-i kerimede mealen, “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, emriniz altında bulunanlara iyi davranın. Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez”[3] buyurulmuştur. Peygamber Efendimiz de “Allah’a ve Ahiret gününe iman eden kimse akrabasını gözetsin” [4]“Hısım ve akraba ile ilgiyi kesenler Cennet’e giremez”[5]buyurmuştur.
Akrabalarımızdan sıkıntıda olanlara maddi ve manevi yardımda bulunmalıyız. Yardıma muhtaç olmayanların gönüllerini alıp, büyük olanlara saygılı davranarak, küçük olanlara şefkat ve merhametle muamele etmeliyiz. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), “Karşılık olsun diye yakınlarını ziyaret eden kimse gerçekten görüp gözeten değildir. Asıl ziyaretçi, kendisinden ilişki kesildiği halde ilişkisini kesmeyip sürdüren kimsedir.”[6]buyurmuştur.
Bu hadis-i şeriften anlıyoruz ki, akrabaya karşı yakın ilgi içinde bulunmak, bir fazilet ise de, sıla-ı rahmin gerçek manası daha farklıdır. Akrabamız bizden yüz çevirdiği bir zamanda onları arayıp hal ve hatırlarını sorar, durumları ile ilgilenirsek, işte o zaman akrabamıza karşı olan vazifelerimizi gerçek manasıyla yerine getirmiş oluruz. Ziyarete gelmeyen akrabayı ziyaret etmek, kötülük yapana iyilikte bulunmak ve onu affetmek kendi aleyhine bile olsa doğruyu ve hakkı söylemek; dini ve ahlâki meziyetlerdendir. Bu ziyaretler sırf Allah Rızası için olmalı, maddi menfaatlara dayanmamalıdır. Bunun içindir ki, dinimizde akrabalık görevlerini yerine getirenlere büyük mükafatlar vadedilmiştir.
Akrabalarımıza hatta bütün insanlara karşı maddi ve manevi her çeşit yardımda bulunmak güler yüz göstermek, tatlı dil kullanmak dini ve ahlaki bir görevimizdir.
Ne mutlu akrabasına karşı iyi muamelede bulunanlara ve onları unutmayıp hal ve hatırlarını soranlara!..
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ahzab -70
[2] Riyazü’s-Salihin C.3, Sh.1610
 (1) Müslim İman 93 (2) R. Salihin 1/277
[3] Nisa-36
[4] Riyazü’s-Salihin Trc.C.1,S.348-H.no:312
[5] Riyazü’s-Salihin Trc.C.1,S.370-H.no:338
           [6] Hadislerle İslam (Tergib ve Terhib Trc.) C.1, S.155-H.no:22

6 Kasım 2012 Salı

İSLAMDA KOMŞULUK HAKLARI

بسم الله الرحمن الرحيم
KOMŞU HAKLARI
İnsan, hayatı başkalarıyla paylaşmak, beraber yaşamak, kendini güvende hissetmekle mutlu olur. Fıtri olan bu ihtiyacın karşılanmasında komşularımızın önemli yeri vardır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) iyi komşuya sahip olmayı kişinin mutluluğunu tamamlayan nimetler arasında sayar.[1] Bu sebeple ev almadan önce komşularımızın kim olacağına bakarız. İyi komşu aramak elbette önemlidir. Ancak iyi komşu olabilmek daha da önemlidir. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim de “Komşuya iyi davranın”[2] buyurmak suretiyle öncelikle iyi komşu olmayı emreder.
Toplum hayatında huzur, mutluluk ve güvenin tesisi için uyulması gerekli kurallar vardır. Bu kurallara uymak hukuki bir yükümlülük olduğu gibi aynı zamanda dini ve ahlâki bir görevdir. Bu anlamda komşularımızla iyi geçinmek, onları rahatsız etmemek ve sıkıntı vermekten sakınmak iyi bir komşu olmanın en önemli şartıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusunu rahatsız etmesin”[3] buyurmuşlardır.
Komşularımıza zarar vermekten kaçınmak erdemli bir davranış olmakla beraber, hayırlı bir komşu olmak için yeterli değildir. “Komşunun hayırlısı komşusuna faydalı olanıdır”[4] prensibinden hareketle komşularımıza karşı daima güler yüzlü,  faydalı, halden anlayan, “kendisinden hayır umulan”[5] kimseler olmalıyız. Çevremize baktığımızda sevilen sayılan hatta, ölümünden sonra da rahmetle yad edilenlerin, komşularıyla iyi geçinen kimseler olduğunu görürüz. Buna karşılık, “en ufak bir yardımı bile esirgeyenler ise Rabbimiz tarafından “Yazıklar olsun onlara[6]denilerek kınanmış ve yerilmişlerdir.

 Komşularımızdan bir kısmı hoşlanmadığımız davranışlar içinde bulunabilirler. Bu durumda onlara husumet beslemek ya da uzak durmak yerine, onlardan gelen sıkıntılara mümkün olduğunca sabretmek, iyi niyet ve olgunlukla meseleleri düzeltmeye çalışmak, yapıcı yöntemlerle yanlışlarını görüp düzeltmeleri için onlara yardımcı olmak, şüphesiz daha doğru bir davranış olacaktır. Rabbimiz bu hususta bize şu tavsiyede bulunur: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde sav. O zaman aranızda düşmanlık bulunan kimse sanki samimi bir dost gibi oluverir.”[7] Dinimizin üzerinde hassasiyetle durduğu komşularımıza karşı en temel görevlerimizi şöyle sıralamak mümkündür. Hastalandığında ziyaretine gitmek, borç istediğinde yardımcı olmak, darda kaldığında yardımına koşmak, bir nimete kavuştuğunda tebrik etmek, başına bir musibet geldiğinde teselli etmek ve öldüğünde cenazesinde bulunmaktır. Bunlara ilaveten selamlaşmak, hatırını sormak, hediyeleşmek, ikramda bulunmak, ziyaretleşmek gibi gönül alıcı davranışlar, komşularımızla iyi münasebetlerin gelişmesinde önemli katkılar sağlar.

Dini ve milli hasletlerimizden kaynaklanan komşuluk münasebetlerimiz devam etmekle beraber; modernleşme ve şehirleşme süreciyle birlikte büyük ölçüde zayıfladığı da bir gerçektir. Öyleyse beden ve ruh sağlığımızı da önemli ölçüde etkileyen komşuluk münasebetlerimizi ihmal etmeyelim. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadisi şerifini kendimize ölçü edinerek dil, din, ırk farkı gözetmeden maddi- manevi ilgiye, sevgiye ve yardıma muhtaç olanları tespit edip onlara yardımcı olalım. Hutbemi bu husustaki bir âyet-i kerime meâli ile bitiriyorum “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altındakilere iyilik edin.”[8]

Alaaddin DEMİRYÜREK
Erenler Köyü Cami İmam-Hatibi/Şile



[1] A,Müsnedü’l-Mekki 3
[2] Nisa 4/36                     
[3] Buhari Nikah 80          
[4] Tirmizi Birr 28            
[5] Tirmizi,Fiten 76
[6] Maun 107/7
[7] Fussilet 41/34
[8] Nisa 4/36